Topikal Ketorolak ve Nepafenak Uygulamasının Mikrokoaksiyel Katarakt Cerrahisi Sırasında Ağrı ve Hasta Uyumu Üzerindeki Etkisi

Pelin ÖZYOL, Erhan ÖZYOL

ÖZET

Amaç: Topikal anestezi altında mikrokoaksiyel katarakt cerrahisi sırasında ketorolak %0,4 ve nepafenak %0,1’in ağrı hissi üzerindeki etkisi ve cerrahiye hasta uyumunun değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Senil katarakt tanısıyla topikal anestezi ile mikrokoaksiyel katarakt cerrahisi planlanan 90 hastanın 90 gözü bu prospektif çalışmaya dahil edildi. Daha önce geçirilmiş göz cerrahisi, kronik göz hastalığı, sistemik hastalık hikayesi olan ya da son 15 gün içinde sistemik veya topikal non steroid antienflamatuvar kullanan olgular çalışmaya alınmadı. Ameliyat öncesi hastalara tam bir oftalmolojik muayene yapıldı. Çalışmaya alınan gözler randomize olarak 3 gruba ayrıldı ve gözlere ameliyattan 3 gün önce sırasıyla topikal ketorolak %0,4, nepafenak %0,1 ve plasebo damla başlandı. Cerrahi sonrası hastanın cerrahi sırasındaki ağrı derecelendirilmesi görsel analog ağrı skalası ile değerlendirildi ve cerrah tarafından hasta uyum skorlaması kaydedildi.
Bulgular: Gruplar arasında yaş, cinsiyet, ameliyat öncesi göz içi basınç değeri ya da cerrahi süre açısından fark saptanmadı (p>0,05). Görsel analog ağrı skorlaması açısından kontrol grubu ile ketorolak ve nepafenak grupları arasında anlamlı fark saptandı (sırasıyla; p=0,01, p=0,022). Ancak ketorolak ve nepafenak grupları arasında fark yoktu (p=0,85). Hasta uyum skorlaması açısından gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Kontrol grubunda cerrah tarafından az uyumlu olarak değerlendirilen 2 hasta varken, ketorolak ve nepafenak gruplarında az uyumlu olarak değerlendirilen hasta yoktu.
Sonuç: Topikal anestezi ile yapılan mikrokoaksiyel katarakt cerrahisinde cerrahi öncesinde başlanan ketorolak %0,4 ve nepafenak %0,1’in ağrı hissi üzerinde olumlu etkisi bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Mikrokoaksiyel katarakt cerrahisi, Ketorolak, Nepafenak, Görsel analog ağrı skalası, Hasta uyumu

The Effect of Topical Ketorolac and Nepafenac Administration on Pain Sensation and Patient Cooperation During Micro-Coaxial Cataract Surgery

ABSTRACT

Objective: To evaluate the effect of ketorolac 0.4% and nepafenac 0.1% on pain sensation and the patient cooperation during micro-coaxial cataract surgery.
Material and Method: This prospective study included 90 eyes of 90 patients scheduled for micro-coaxial cataract surgery under topical anesthesia for senile cataract. The patients who had previous ocular surgery, chronic ocular or systemic disease and under systemic or topical nonsteroidal anti-inflammatory treatment in the last 15 days were excluded. Full ophthalmic examination was performed before surgery. Eyes were randomised in three groups and ketorolac 0.4%, nepafenac 0.1% or placebo was administered to eyes 3 days before surgery. Evaluation of patient’s pain level was measured by visual analogue pain scala and the evaluation of the cooperation level was scored by surgeon immediately after the surgery.
Results: No statistical difference was observed in age, sex, preoperative intraocular pressure or operation time between groups (p>0.05). There was a statistical difference in visual analogue pain scala score between control and ketorolac or nepafenac groups (p= 0.01, p=0.022, respectively). However there was no difference between ketorolac and nepafenac groups (p=0.85). No difference in patient’s cooperation level was observed between groups (p>0.05). While two patients had poor cooperation in the control group, there was no patients with poor cooperation in the ketorolac or nepafenac group.
Conclusion: Ketorolac 0.4% and nepafenac 0.1% administered preoperatively provide an additive effect on pain sensation during micro-coaxial cataract surgery with topical anesthesia.
Keywords: Micro-coaxial cataract surgery, Ketorolac, Nepafenac, Visual analogue pain scala, Patient cooperation

Topiramat Kullanımının Ön Segment Yapısına Etkisinin Değerlendirilmesi

Tamer TAKMAZ, Seher UYSAL, Çiğdem ATBAŞ

ÖZET

Amaç: Migren atakları proflaksisi için kullanılan ve akut açı kapanması glokomuna neden olabilen topiramatın, hastaların ön kamaralarında oluşturabileceği yapısal değişiklikleri değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Prospektif ve tek merkezli olarak yapılan çalışmaya migren proflaksisi için nöroloji kliniği tarafından topiramat başlanan 10 hastanın 20 gözü dahil edildi. Tedavi protokolüne göre topiramat 50 mg/gün başlandı ve dozlar 1-10 gün arası 50 mg, 11-20 gün arası 75 mg ve 21-30 gün arası 100 mg olacak şekilde arttırıldı. Tüm hastalara tam oftalmolojik muayene yapıldı, ön kamara açısı değerlendirildi. Ayrıca, topiramat kullanımına başlanmadan önce ve tedaviye devam eden hastalarda 30. günde Sirius 3D Rotating Scheimpflug kamera - topografi sistemi ile ön kamara derinliği (ÖKD), ön kamara hacmi (ÖKH) ve nazal ve temporal ön kamara açısı (ÖKA) ölçüldü. Bu değerler istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 30,5±8,1 yıldı ve 7’si (%70) kadın, 3’ü (%30) erkekti. Topiramat kullanmaya başlamadan önce ve 30. günde ölçülen değerler sırasıyla; ÖKD 2,97±0,22 ve 2,96±0,22 (p=0,871), ÖKH 160.05±23.50 ve 158,20±23,75 (p=0,020), ÖKA nazalde 45,70±4,30° ve 44,55±3,72° (p=0,030) ve temporalde 35,90±6,69° ve 34,00±7,36° (p=0.390) idi. ÖKD ve ÖKH’ nde hafif azalma, nazal ve temporal ÖKA’ sında hafif daralma mevcuttu. Ayrıca gonyoskopik açı muayenelerinde değişiklik saptanmadı.
Sonuç: Ortalama 75 mg/gün topiramatın 30 gün kullanımı sonrasında klinik olarak anlamlı olmayan ÖKD ve ÖKH’ nde azalma ve ÖKA’ sında daralma saptanmış olup bu süre içerisinde açı kapanması ve buna bağlı göziçi basınç artışı izlenmemiştir.
Anahtar Kelimeler: Migren, Ön kamara yapısı, Topiramat

Evaluation of the Effect of Topiramate Use on Anterior Segment Structure

ABSTRACT

Aim: To assess the structural changes on anterior chamber by use of topiramate for prophylaxis of migraine attacks that can cause acute angleclosure glaucoma.
Material and Metod: 20 eyes of 10 patients for whom topiramate was started for migraine prophylaxis in the neurology clinic were included in this prospective and single-center study. According to treatment protocol, topiramate was commenced at 50 mg daily and the dose was increased to 75 mg daily between 10 to 20 days, 100 mg daily between 21 to 30 days. A complete ophthalmologic examination was performed in all patients and the anterior chamber angle were evaluated. In addition; before commencement of topiramate therapy and 30th day of patients continued treatment, anterior chamber depth (ACD), anterior chamber volume (ACV) and nasal and temporal anterior chamber angle (ACA) were measured by Sirius 3D Rotating Scheimpflug camera - topography system. These values were compared statistically.
Results: Mean age of the patients was 30.5±8.1 years and 7 patients (%70) were female, 3 patients (%30) were male. Before and 30 days after commencement of topiramate, the measured values including, ACD were 2.97±0.22 and 2.96±0.22 (p=0871), ACV were 160.05±23:50 and 158.20±23.75 (p=0.020), nasal ACA were 45.70±4.30° and 44.55 ± 3.72° (p=0.030), temporal ACA were 35.90 ± 6.69° and 34.00 ± 7.36° (p=0.390), respectively. There was a slight decrease in ACD and ACV. There was a slight narrowing in nasal and temporal ACA. In addition, no change was observed in gonioscopic angle examination.
Conclusion: 30 days after the use of mean 75 mg per day topiramate, clinically insignificant reduction of ACD and ACV and narrowing of ACA were determined and during this period angle-closure and increasing in intraocular pressure due to angle-closure were not observed.
Keywords: Migraine, The structure of the anterior chamber, Topiramate

Açık Açılı Glokom Olgularında Latanoprostun Görme Keskinliği Maküla Kalınlığı ve Volümü Üzerine Kısa Dönem Etkileri

Cemal ÇAVDARLI, Alper YARANGÜMELİ, Handan AKIL, Emine YILDIZ ÖZDEMİR

ÖZET

Amaç: Latanoprost tedavisi başlanan açık açılı glokomlu olgularda görme keskinliği, santral (1mm), 3 mm ve 6 mm maküla kalınlığı ile volümü üzerinde altı aylık takip süresince oluşan değişimin incelenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Çalışma ilk kez tanı alan, daha önce glokom yönünden herhangi bir tıbbi tedavi geçmişi bulunmayan, latanoprost %0,005 tedavisini kabul eden primer açık açılı (PAAG) ve psödoeksfolyatif glokomlu (PXG) 24 hastanın 37 gözünde yapıldı. Hastaların takiplerinde görme keskinliği ve optik koherens tomografi (OKT) ölçümleri (maküla kalınlığı ve volümü), maküla üzerindeki etkiyi incelemek için kullanıldı.
Bulgular: Çalışmaya katılan gözlerin 11’ine (%29,7) PXG, 26’sına (%70,3) ise PAAG nedeniyle tedavi başlanmıştı. Hastaların tümü ve grupların kendi içlerinde, tedavi öncesi ve tedavi sonrası üçüncü ve altıncı aylarda bakılan görme keskinliği değerlerine göre, tedavi süresince görme keskinliği düzeyinde anlamlı değişim bulunmadı. Maküler tarama segmentlerinin bazılarında kalınlık ve volüm ölçümleri açısından istatistiksel anlamlı değişimler saptanmış olmasına rağmen, bu değişimler tüm veriler ışığında klinik olarak anlamlı kabul edilmedi.
Sonuç: Kan-göz bariyerinin korunduğu açık açılı glokomlu olgularda latanoprostun tedavi sonrası görme keskinliği, maküla kalınlığı ve volümü değerlerinde belirgin bir değişikliğe yol açmadığı gözlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Latanoprost, Açık açılı glokom, Maküla ödemi, Optik koherans tomografi

Short Term Effects of Latanoprost on Visual Acuity Macular Thickness and Volume in Patients with Open Angle Glaucoma

ABSTRACT

Aim: The aim of this study was to observe visual acuity, central (1mm), 3 mm and 6 mm macular thickness, and macular volume changes after latanoprost treatment in patients with open angle glaucomas for six months.
Material and Method: Thirty seven eyes of 24 patients which were diagnosed as primary open angle glaucoma or pseudoexfoliative glaucoma and treated with latanoprost (0.005%) were included in the study. Visual acuity and optical coherence tomography datas (macular thickness, macular volume) were used to investigate possible effects of latanoprost on macula.
Results: Latanoprost was used in 26 eyes (%70.3) with PAAG and 11 eyes (%29.7) with PXG.. Visual acuity changes were not statistical significant in both PAAG and PXG groups. Certain macular regions showed statistical significant macular thickness and volume changes in PAAG group and in general. However, these findings were interpreted as clinicaly insignificant when evaluated with the remaining regions’ macular data.
Conclusion: Six-months latanoprost therapy in open angle glaucoma cases with unimpaired blood ocular barrier does not seem to effect macula thickness, volume, and visual acuity.
Keywords: Latanoprost, Open angle glaucoma, Macular edema, Optical coherence tomography

Menstrüel Siklusun Subfoveal Koroid Kalınlığı Üzerindeki Etkileri

İbrahim TUNCER, Mehmet Özgür ZENGİN, Eyyüp KARAHAN

ÖZET

Amaç: Sağlıklı kadınlarda menstrüel siklusun subfoveal koroid kalınlığı üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 28-30 gün arasında düzenli menstrüel siklusu olan, 18 kadının 18 sağ gözü dahil edildi. Koroid dokusunun görüntülenmesi spectral domain optik koherans tomografi (3D OCT-2000, Topcon Corp. Tokyo, Japan) ile artırılmış derinlikli görüntüleme modu kullanılarak menstrüel siklusun erken folliküler, mid-folliküler, ovulatuar ve mid-luteal fazlarında (1., 7., 14. ve 21. günlerde) yapıldı. Subfoveal koroid kalınlığı ölçümü birbirinden habersiz iki kişi tarafından yapılarak istatistiksel analiz için ortalama değer kullanıldı. Erken folliküler fazdaki görüntüler referans alınarak istatistiksel analiz yapıldı. Verilerin analizi için SPSS 11,6 (SPSS Inc., Chicago, IL, USA) paket programında Wilcoxon signed rank testi kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık için p değeri 0,05 olarak kabul edildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan kadınların ortalama yaşı 23,4±2,8 yıl ve yaş aralığı 20-27 yıl idi. Ortalama subfoveal koroid kalınlığı menstrüel siklusun erken folliküler fazında 300,9±18,8μm, mid-folliküler fazında 323,3±26,1 μm, ovulatuar fazında 312,1±24,7 μm ve mid-luteal fazlarında 306,5±28,9μm bulundu. Mid-folliküler, ovulatuar ve mid-luteal fazlardaki subfoveal koroid kalınlığı anlamlı olarak erken folliküler fazdan yüksek idi (p=0,000, p=0,001 ve p=0,004, sırasıyla).
Sonuç: Subfoveal koroid kalınlığı sağlıklı kadınlarda menstrüel siklus boyunca değişim göstermektedir. Koroid kalınlığı ölçümleri yapılırken üreme çağındaki sağlıklı kadınlarda menstrüel siklus boyunca koroid kalınlığının değişebileceği akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Menstrüel siklus, Subfoveal koroid kalınlığı

The Effects of the Menstrual Cycle on the Subfoveal Choroidal Thickness

ABSTRACT

Aim: To asses the effects of the menstrual cycle on the choroidal thickness of healthy women.
Material and Method: A total of 18 right eyes of 18 women with regular natural menstrual cycles of 28-30 d were included in this study. The choroid was imaged using enhanced depth imaging spectral domain optical coherence tomography (3D OCT-2000, Topcon Corp., Tokyo, Japan) in the early follicular, mid-follicular, ovulatory and mid-luteal phases of the menstrual cycle (1st, 7th, 14th and 21st days). Two masked graders measured the subfoveal choroidal thickness and the average value was used for analysis andsetting the early follicular phase scan as the reference image. The data were analyzed using Wilcoxon signed rank test using a statisitical software package (SPSS, 11.6, Inc., Chicago, IL, USA). A p value of <0.05 was considered statistically significant.
Results: The mean age was 23.4±2.8 years (range, 20-27 years). The mean subfoveal choroidal thickness in the early follicular, mid-follicular, ovulatory and mid-luteal phases of the menstrual cycle were 300.9±18.8 μm, 323.3±26.1 μm, 312.1±24.7 μm and 306.5±28.9 μm, respectively. The subfoveal choroidal thickness was significantly higher in the mid-follicular, ovulatory and mid-luteal phases when compared with the early follicular phase (p=0.000, p=0.001 and p=0.004, respectively).
Conclusion: The subfoveal choroidal thickness is changing during menstrual cycle in healthy women. During the measurement of choroidal thickness in healthy women of reproductive age choroidal thickness can vary throughout the menstrual cycle should be kept in mind.
Keywords: Menstrual cycle, Subfoveal choroidal thickness

Kronik Migren Hastalarında Koroid Kalınlığının Spektral Optik Koherans Tomografi ile Değerlendirilmesi

Burak TANYILDIZ, Erdinç CEYLAN, Derda ÖZER, Nihan AKSU, Eren ARPALI TANAS, Emine ÇİNİCİ

ÖZET

Amaç: Kronik migreni olan hastaların koroid kalınlığını (KK) spektral optik koherans tomografi (OKT) kullanarak incelemektir.
Gereç ve Yöntem: Kronik migreni olan (Grup 1) 20 kişi ve sağlıklı 20 birey (kontrol grubu) çalışmaya dâhil edildi. Tüm katılımcıların spektral OKT ile foveadan ve 5 ekstrafoveal noktadan yapılan koroidal kalınlık ölçümleri kontrol grubu ile kıyaslandı. Gruplar kendi arasında istatistiksel olarak değerlendirildi.
Bulgular: Yaş ortalaması Grup 1 ve kontrol grubunda sırasıyla 34,4±8,3 (25-42) ve 33,6±6,7 (25-40) olarak saptandı. Grup 1’de 6 kadın (%60), 4 erkek (%40), kontrol grubu olarak da; sağlıklı 5 kadın (%50), 5 erkek (%50) çalışmaya dahil edildi. Ortalama koroidal kalınlık, Grup 1 ve kontrol grubunda sırasıyla 177,1±15,5 μm ve 216,1±13,4 μm olarak saptandı. Elde edilen değerler istatistiksel olarak değerlendirildiği zaman Grup 1 ile kontrol grubu arasında fark istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0,0004).
Sonuç: Kronik migren hastalarında; koroidal kalınlığın sağlıklı gruba göre daha ince olduğu saptandı.
Anahtar Kelimeler: Kronik migren, Koroidal kalınlık, Spektral OKT

Choroidal Thickness in Chronic Migraine Patients Evaluated with Spectral Optical Cohorence Tomography

ABSTRACT

Aim: To evaluate choroidal thickness of patients who have chronic migraine using spectral optical coherence tomography (OCT).
Material and Method: Twenty patients who have chronic migraine (group 1) and 20 individual who are totally healthy (control group) were included in the study. Choroidal thicknesses were measured from fovea and 5 extrafoveal points using spectral OCT in all participants. Groups were statistically evaluated among each other.
Results: Average age in group 1 and in control group were determined as 34.4±8.3 (25-42) and 33.6±6.7 (25-40) respectively. In group 1 twelve women (60%), eight men (40%); and as a control group ten healthy men (50%) and ten healthy women (50%) were included in the study. Average choroidal thickness in group 1 and control group were 177.1±15.5 μm and 216.1±13.4 μm respectively. When the gathered measurements were statistically evaluated, the difference between group 1 and control group was statistically meaningful. (p=0.0004)
Conclusion: Choroidal thickness was much more thinner in patients having chronic migraine than the healthy group.
Keywords: Chronic migraine, Chroidal thickness, Spectral OCT

Tip 2 Diabetes Mellitus Olgularında Eşlik Eden Anterior Segment Bulguları

Feride Aylin KANTARCI, Mehmet Gürkan TATAR, Haşim USLU, Ayşegül YILDIRIM, Bülent GÜRLER

ÖZET

Amaç: Tip 2 Diabetes Mellitus (DM) tanısı bulunan olgularda arka segment bulguları yanında eşlik eden göz çevresi ve ön segment patolojilerini değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: Tip 2 DM tanılı 144 olgu çalışmaya dahil edildi. Hastalarda yaş, cinsiyet, diyabet süresi, hipertansiyon varlığı sorgulandı. Düzeltilmiş görme keskinliği, göz içi basınç ölçümü, biyomikroskopik inceleme ve fundus muayenesini içeren detaylı oftalmolojik muayene yapıldı. Kuru göz şüphesi olan olgulara Schirmer testi uygulandı. Olgularda saptanan oftalmolojik patolojiler kaydedildi. Elde edilen veriler istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Olguların %67,4’ü (n=97) kadın, %32,6’sı (n=47) erkek olup, yaş ortalaması 55,83±9,85(32-90) yıl idi. Tip 2 DM’ye en sık eşlik eden ön segment bulgusu blefarit (n=125, %86,8) idi. Eşlik eden diğer bulgular sırasıyla; dermatoşalazis (n=58, %40,3), katarakt (n=47, %32,6), pinguekula (n=46, %31,9), kaşta ağarma (n=44, %30,6), kuru göz (n=35, %24,3), blefaroşalazis (n=29, %20,1), konjunktivaşalazis (n=22, %15,3), glokom (n=13, %9,0), kirpikte ağarma (n=9, %6,3), pterjiyum (n=6, %4,2) olarak belirlendi. Olguların %6,9’unda (n=10) proliferatif diyabetik retinopati (PDR), %8,3’ünde (n=12) hafif non-PDR, %4,9’unda (n=7) orta non-PDR, %4,9’unda (n=7) ise maküla ödemi görüldü.
Sonuç: Çalışmamızda pinguekula, pterjiyum, kuru göz, proliferatif DR ve maküler ödem oranları literatürde belirtilen oranlara benzer olarak bulundu. Dermatoşalazis, blefarit, kaş ve kirpik beyazlaması, katarakt görülmesi daha yüksek bulundu. Diyabet hastalarında rutin diyabetik retinopati taraması esnasında eşlik edebilecek diğer göz bulguları açısından da özellikle dikkatli olunmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Diabetes mellitus, Diyabetik retinopati, Glokom, Katarakt, Ön segment

Accompanying Anterior Segment Findings in Patients with Type 2 Diabetes Mellitus

ABSTRACT

Aim: To evaluate the accompanying periorbital and anterior segment pathologies in addition to posterior segment findings in the cases with Type 2 Diabetes Mellitus (DM) diagnoses.
Material and Method: One hundred and forty four cases with Type 2 DM diagnoses were included in the study. The patients were questioned regarding age, gender, duration of diabetes, and presence of hypertension. A detailed ophthalmological examination including best corrected visual acuities, measurement of intraocular pressure, biomicroscopic investigation and fundus examination was performed. Schirmer test was performed. The ophthalmological pathologies determined in the cases were recorded.
Results: Sixty-seven point four percent of the cases (n=97) were females, 32,6% of them (n=47) were males and the mean age was 55,83±9,85 (32-90) year. The most common accompanying anterior segment finding to Type 2 DM was blepharitis (n=125, 86,8%). The other findings: dermatochalasis (n=58, 40,3%), cataract (n=47, 32,6%), pingueculae (n=46, 31,9%), whitening of the eyebrow (n=44, 30,6%), dry eye (n=35, %24,3), blepharochalasis (n=29, 20,1%), conjunctivachalasis (n=22, 15,3%), glaucoma (n=13, 9,0%), whitening of the eyelashes (n=9, 6,3%), pterygium (n=6, 4,2%). Proliferative diabetic retinopathy (PDR) was seen in 6,9% of the cases (n=10), mild non-PDR in 8,3% of them (n=12), intermediate non-PDR in 4,9% of the (n=7) and macular edema in 4,9% of them (n=7).
Conclusion: In our study, the rates of pingueculae, pterygium, dry eye, proliferative DR and macular edema were found to be similar to the rates stated in the literature. Dermatochalasis, blepharitis, whitening of the eyebrow and the eyelashes and cataract were found to be higher. Eye findings which may accompany should also be investigated carefully during diabetic retinopathy screening in the diabetic patients.
Keywords: Diabetes mellitus, Diabetic retinopathy, Glaucoma, Cataract, Anterior segment

Diyabetli ve Diyabetsiz Kataraktlı Olgularda Komplikasyonsuz Fakoemülsifikasyon Ameliyatı Sonrası Maküla Kalınlık ve Hacim Değişikliklerinin Optik Koherans Tomografi ile Değerlendirilmesi

Muammer ÖZÇİMEN, Yaşar SAKARYA, Sertan GÖKTAŞ, Rabia SAKARYA, İsmail ALPFİDAN

ÖZET

Amaç: Komplikasyonsuz fakoemülsifikasyon ameliyatı sonrası merkezi maküla kalınlığı ve hacmindeki değişikliklerin optik koherans tomografi (OKT) ile değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Bu prospektif çalışmaya komplikasyonsuz fakoemülsifikasyon ameliyatı ve katlanabilir göziçi mercek yerleştirilmesi yapılan 106 hasta (54’ü diyabetik katarakt ve 52’si sağlıklı katarakt olgusu) dahil edildi. Ameliyat öncesi, ameliyattan 1 hafta, 1 ay, 3 ay ve 1 yıl sonra maküla kalınlığı ve hacmi ölçümleri spektral-domain optik koherans tomografisi ile yapıldı.
Bulgular: LogMAR değerlerine çevrilen görme keskinliği diyabeti olmayan hastalarda 1. ayın sonunda 0,49 ±0,18’den 0.06± 0,09’a, 1.yılın sonunda 0,09 ±0,12’ye ulaştı. Diyabetik hastalarda bu değerler daha düşüktü ve 1.ayda 0,08 ±0,12 ve 1. yılın sonunda 0,10 ±0,11 idi. Merkezi maküla kalınlığı (MMK) her iki grupta 1. ayda istatistiksel olarak arttı ve 1.yılın sonunda ameliyat öncesi değerlere göre yüksek devam etti. Diyabetik hastalarda MMK’deki artış daha fazla görüldü. Merkezi maküla hacmi (MMH) her iki hasta grubunda da 1. haftadan itibaren artış gösterdi ve en yüksek seviyesine 1. ayda ulaştı.
Sonuç: Komplikasyonsuz fakoemülsifikasyon ameliyatı sonrası merkezi maküla kalınlığı ve hacminde, görme keskinliği azalmadan, artış olabilmektedir. Maküla kalınlık ve hacim artışının beklenenden daha fazla görülmesi nedeniyle kontrol muayeneleri önem arzetmektedir.
Anahtar Kelimeler: Diyabet, Merkezi maküla kalınlığı, Merkezi maküla hacmi, Optik koherans tomografi, Fakoemülsifikasyon

Evaluation of Macular Thickness and Volume After Uncomplicated Phacoemulsification Surgery in Diabetic and Nondiabetic Cases With Cataract Using Optical Coherence Tomography

ABSTRACT

Objective: To evaluate the alterations in the central macular thickness and volume using optical coherence tomography after uncomplicated phacoemulsification surgery.
Material and Method: In this prospective study, 106 patients (60 diabetic cataract, 60 healthy cataract case) who underwent uncomplicated phacoemulsification and foldable intraocular lens implantation were included. Optical coherence tomography measurements were done preoperatively, at postoperative 1st week, 1st and 3rd month and 1st year.
Results: Visual acuity in LogMAR values increased from 0.49±0.18 to 0.06±0.09 at 1st month and to 0.09 ±0.12 at 1st year after surgery. These values were lower in diabetic patients as 0.08 ±0.12 at 1st month and 0.10 ±0.11 at 1st year after the surgery. A statistically significant increase in central macular thickness (CMT) was observed 1 month after surgery and remained higher than preoperative measures at 1 year after surgery. Increase in central macular thickness was higher in diabetic patients. Central macular volume (CMV) showed increase at 1 week and reached maximum level at 1 month after surgery in both of the groups.
Conclusion: There may be increase in central macular thickness and volume without lowering the visual acuity after uncomplicated phacoemulsification surgery. Follow-up examinations are important as increase in CMT and CMV is higher than expected.
Keywords: Diabetes, Central macular thickness, Central macular volume, Optical coherence tomography, Phacoemulsification

Vitiligolu Hastalarda Retina Pigment Epitel Kalınlığının Optik Koherans Tomografi ile Analizi

Nilüfer İLHAN, Emine Nur RİFAİOĞLU, Özgür İLHAN, Mesut COŞKUN, Mutlu Cihan DAĞLIOĞLU, Esra Ayhan TUZCU, Hilal KAHRAMAN

ÖZET

Amaç: Vitiligolu erişkin bireylerde eşlik eden göz bulgularının araştırılması ve optik koherans tomografi (OKT) ile retina pigment epitel (RPE) kalınlığı analizi.
Gereç ve Yöntem: Vitiligolu 30 hasta ve sağlıklı 39 bireyin dahil edildiği çalışma prospektif olarak yürütüldü. Katılımcılar detaylı bir göz muayenesine tabi tutuldu, ayrıca OKT ile RPE kalınlık ölçümleri yapıldı.
Bulgular: Vitiligolu hastaların yaş ortalaması 37,5±15,5 (18-62 yıl), kontrol grubunun yaş ortalaması ise 38,6±11,0 (21-61 yıl) idi. Vitiligo grubunun %40’ında perioküler vitiligo lezyonları, %20’sinde poliozis, %16,7’sinde iris atrofisi, %3,3’ünde makülada hipopigmente lezyon saptandı. Vitiligolu hastaların ve kontrol grubunun RPE kalınlık ortalamaları sırasıyla 63,3±3,0 μm ve 64,3±1,7 μm idi. Gruplar arasında RPE kalınlık ortalamaları açısından istatistiksel olarak fark saptanmadı (p=0,07). Perioküler vitiligo lezyonları olan ve olmayan hastaların RPE kalınlık ortalamaları sırasıyla 63,0±3,1 μm ve 65,0±2,4 μm idi. Perioküler tutulumu olanlar ve olmayanlar arasında RPE kalınlık ortalamaları açısından istatistiksel olarak fark saptanmadı (p=0,06).
Sonuç: Vitiligoda perioküler cilt lezyonları ve poliozis sık görülmekle birlikte iris ve retinada hipopigmente lezyonlar da görülebilmektedir. Vitiligo her ne kadar pigment miktarını etkilese de, RPE hücrelerinin kalınlığını etkilememektedir.
Anahtar Kelimeler: Vitiligo, Göz bulguları, Retina pigment epiteli, Optik koherens tomografi.

Retinal Pigment Epithelium Thickness Analysis with Optical Coherence Tomography in Patients with Vitiligo

ABSTRACT

Objective: To investigate the ocular findings of adult individuals with vitiligo and analysis of retinal pigment epithelium (RPE) thickness using optical coherence tomography (OCT).
Material and Method: The study was conducted prospectively and comprised 30 patients with vitiligo and 39 healthy individuals. A detailed ophthalmological examination was performed and also, thickness of RPE measurements was obtained using OCT.
Results: The mean age of the patients with vitiligo was 37.5±15.5 (18-62 years), while the mean age of the control group was 38.6±11.0 (21-61 years). There were 40% periocular vitiligo lesions, 20% poliosis, 16.7% iris atrophy, 3.3% macular hypopigmented lesion in the vitiligo group. The mean thickness of RPE in patients with vitiligo and control group was 63.3±3.0 μm and 64.3±1.7 μm, respectively. There was no statistically significant difference between groups in terms of the mean thickness of the RPE (p=0.07). The mean thickness of RPE in patients with and without periocular vitiligo lesions was 63.0±3.1 μm and 65.0±2.4 μm, respectively. No statistically significant difference was detected between periocular involvement and the mean thickness of the RPE (p=0.06).
Conclusion: Periocular skin lesions and poliosis are common in vitiligo, although hypopigmented lesions can be seen in the iris and retina. Although vitiligo affects the amount of pigment, it does not affect the thickness of RPE cells.
Keywords: Vitiligo, Eye manifestation, Retinal pigment epithelium, Optical coherence tomography

Panretinal Lazer Fotokoagülasyonun Retina Sinir Lifi ve Maküla Kalınlığına Etkisinin Optik Koherans Tomografi ile İncelenmesi

İbrahim Çağrı TÜRKER, Dilek GÜVEN, Nihal BALCIOĞLU, Cemile ÜÇGÜL ATILGAN, Meltem ERDEN, Semra Tiryaki DEMİR

ÖZET

Amaç: Panretinal Lazer Fotokoagülasyonun (PRF) alt retinal yarı veya üst retinal yarıdan başlanmasının retina sinir lifi tabakası (RSLT) ve maküla kalınlığına etkisinin Optik Koherans Tomografi (OKT) ile incelenmesi.
Gereç ve Yöntem: Çalışma 22 olgunun 44 gözünde yapılmıştır. OKT başlangıç 2. hafta, 3. ve 6. aydaki lazer öncesi ve sonrası RSLT ve maküla kalınlıklarını ölçmek için kullanılmıştır.
Bulgular: Yaş ortalaması 57 ve ortalama HbA1c düzeyi 9,54 idi. Maküla kalınlığında kontrol muayenelerinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır. Alt retinal yarıdan PRF başlanan gözlerde kontrollerde alt retinal yarı ortalama sinir lifi kalınlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0,05). Üst retinal yarıdan PRP başlanan gözlerde ortalama sinir lifi kalınlıkları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır.(p<0,05).
Sonuç: RNFL kalınlığında 6 aylık takiplerde artış saptanırken, maküler kalınlıkta klinik olarak anlamlı değişiklik saptanmamıştır.
Anahtar Kelimeler: Panretinal lazer fotokoagülasyon, Retina sinir lifi kalınlığı, Maküla kalınlığı, Optik koherans tomografi

Effect of Panretinal Laser Photocoagulation on Retinal Nerve Fiber Layer and Macular Thickness Evaluated with Optical Coherence Tomography

ABSTRACT

Aim: To evaluate the effects of the retinal laser photocoagulation starting whether from the upper or lower half of the retinal layer with OCT.
Material and Method: 44 eyes of 22 patients were included in the study. OCT was used to measure the macular and RNFL thickness starting at week 2, 3 months and 6 months after the laser.
Results: The average age was 57 and the average HbA1c levels were 9.54. There were no statistically significant difference in macular thickness. There was no statistically significant difference in the group which the PRP was started from the lower retinal part (p<0.05). There was also statistically significant difference in the group which PRP was started from the upper retinal part (p<0.05).
Conclusion: RNFL thickness increased in the 6 months post PRP. Furthermore, the macular thickness showed no significant diffrence throughout the 6 monhts of follow-up.
Keywords: Panretinal laser photocoagulation, Retinal nerve fiber layer thickness, Macular thickness, Optical coherence tomography

Down Sendromlu Çocuklarda Göz Bulguları

Can KOCASARAÇ, Hasan ALTINKAYNAK, Serpil AKAR, Birsen GÖKYİĞİT, Miray FAİZ, Erdinç CEYLAN, Ahmet DEMİROK

ÖZET

Amaç: Down sendromlu olgularda oküler patolojileri tespit etmek.
Gereç ve Yöntem: Şaşılık birimine 2009 ile 2013 tarihleri arasında başvuran yaşları 1 ile 13 arasında değişen 35 Down sendromlu hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Ayrıntılı glob ve orbita inspeksiyonu, biyomikroskopik ön segment muayenesi, uygun hastalara Goldmann aplanasyon tonometresi ile göz içi basınç ölçümü, dilate fundus muayenesi, sikloplejili refraksiyonu, düksiyon ve versiyon hareketleri incelendi.
Bulgular: Olgularımızın tamamında (%100) fenotipik özellikler (oblik palpebral fissürler, yukarı çekik gözler, epikantus ve düz burun köprüsü) mevcuttu. Onbir (%31,4) olguda miyopi, 23 (%65,7) olguda hipermetropi, 26 (%74,3) olguda astigmatizma, 20 (%57,1) olguda ezotropya, 4 (%11,4) olguda ekzotropya, 3 (%8,5) olguda vertikal şaşılık, 5 (%14,3) olguda vertikal şaşılık ile birlikte ezotropya, 5 (%14,3) olguda nistagmus, 2 (%5,7) olguda katarakt, 1 (%2,8) olguda keratokonus, 1 (%2,8) olguda glokom, 4 (%11,4) olguda nazolakrimal kanal tıkanıklığı, 5 (%14,3) olguda blefarokonjunktivit tespit ettik.
Sonuç: Down sendromlu hastalarda oküler patoloji sıklığı normal popülasyona göre daha yüksektir. Bu hasta grubunda yakın takip, görsel rehabilitasyonun sağlanmasında katarakt, şaşılık ve refraksiyon kusurlarının erken tanı ve tedavisinde oldukça önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Down sendromu, Oküler patolojiler, Nistagmus

Ocular Signs in Children with Down’s Syndrome

ABSTRACT

Objective: To determine ocular pathologies in patients with Down syndrome.
Material and Method: Medical records of 35 patients with Down’s syndrome (aged between 1 and 13 years) who were referred to strabismus division between 2009 and 2013 were retrospectively analyzed. The ophthalmologic evaluation included a global inspection of orbit and bulbus oculi, biomicroscopic examination of the anterior segment, measurement of intraocular pressure with Goldmann applanation tonometer, dilated fundus examination, cycloplegic refraction and evaluation of ocular motility.
Results: Phenotypic features (oblique palpebral fissures, upward slanting eyes, epicanthus and flat nasal bridge) were present in all cases (100%). We observed myopia in 11 (31.4%), hyperopia in 23 (65.7%), astigmatism in 26 (74.3%), esotropia in 20 (57.1%), exotropia in 4 (11.4%), vertical strabismus in 3 (8.5%), esotropia accompanied by vertical strabismus in 5 (14.3%), nystagmus in 5 (14.3%), cataract in 2 (5.7%), keratoconus in 1 (2.8%), glaucoma in 1 (2.8%), nasolacrimal duct obstruction in 4 (11.4%) and blepharoconjunctivitis in 5 (14.3%) of the cases.
Conclusion: The incidence of ocular pathologies in patients with Down syndrome is higher than that in normal population. Close follow-up in this patient group is important for the provision of vision rehabilitation and early diagnosis and treatment of cataract, strabismus and refractive errors.
Keywords: Down syndrome, Ocular pathologies, Nystagmus

Midriyatik Göz Damlaları ve Bilişsel Fonksiyonlar

Görkem BİLGİN, Güneş DEMİR

ÖZET

Amaç: Rutin göz muayenesi sırasında kullanılan midriyatik göz damlalarının hafıza, oryantasyon ve konsantrasyon gibi bilişsel fonksiyonlar üzerindeki etkilerinin Montreal Bilişsel Değerlendirme Ölçeği (MOBİD) kullanılarak değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Beytepe Sağlık Merkezi Oftalmoloji Polik li niği’ne Eylül ve Ekim 2013 arasında ardışık olarak başvuran 120 hasta çalışma kapsamına alın dı. Hastalar blok randomizasyon yöntemi kullanılarak iki gruba dağıtıldı. Birinci gruptaki hastalara MOBİD testi midriyatik göz damlası damlatılmadan, ikinci gruptaki hastalara ise aynı test her iki göze midriyatik damlalar (tropicamide %0,5 ve fenilefrin %2,5) damlatıldıktan 30 dakika sonra uygulandı. Test sonucunda elde edilen skorlar ve test bitirme süreleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Ortalama MOBİD skoru Grup 1 ve 2’de sırası ile 27,4±2,1 ve 26,1±3,4 idi. Or ta lama MOBİD skoru, midriyatik damla damlatılarak MOBİD testi uygulanan Grup 2’deki hastalarda midriyatik damla damlatılmadan MOBİD uygulanan Grup 1’deki hastalara göre anlamlı derecede düşük bulundu (p=0,0131). Grup 1’deki hastaların MOBİD testini ortalama bitirme süresi 9,4±2,6 dakika iken Grup 2’de bu süre 10,8±3,7 dakika olarak bulundu. Grup 1’deki hastaların testi ortalama bitirme süresi Grup 2’deki hastalara göre anlamlı derecede daha kısaydı (p=0,0181).
Sonuç: Midriyatik göz damlaları, hastaların bilişsel fonksiyonlarını etkileyebilmektedir. Bu sonuca dayanarak, dilatasyon sonrası tıbbi durumları ve tedavileri ile ilgili açıklamalar yaparken göz doktorlarının hastalara daha fazla zaman ayırması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bilişsel fonksiyonlar, Midriyatik göz damlası, MOBİD

Mydriatic Eye Drops and Cognitive Functions

ABSTRACT

Aim: To determine the effect of mydriatic eye drops that are used during routine ophthalmologic examinations on cognitive functions like memory, orientation and concentration by using Montreal Cognitive Assessment (MoCA) test.
Material and Method: One hundred and twenty patients who attended consecutively to Hacettepe University Beytepe Health Center Ophthalmology Clinic between September and October 2013 included in this study. Participants were randomized into two groups using permuted block randomization technique. Patients in Group 1 completed the MoCA test with undilated pupils, while participants in Group 2 got the MoCA test 30 minutes after dilatation of both pupils with mydriatic eye drops (tropicamide 0.5% and phenylephrine 2.5%).
Results: Mean MoCA test scores in Group 1 and Group 2 were 27.4±2.1 and 26.1±3.4, respectively. Mean MoCA test score for the patients who took the test with dilatation achieved by mydriatic eye drops in Group 2 was statistically lower when compared to the mean MoCA test score for the patients who took the test with undilated eyes in Group 1 (p=0.0131). Mean test durations were 9.4±2.6 minutes for the patients in Group 1 and 10.8±3.7 for the patients in Group 2. Mean test duration for the patients in Group 1 was statistically shorter than that of the patients in Group 2 (p=0.0181).
Conclusion: Mydriatic eye drops appear to alter the patients’ cognitive functions including memory, orientation and concentration. Thus, the physicians should spend more time to explain medical conditions and treatment instructions to the patients following instillation of eye drops for dilation.
Keywords: Cognitive functions, Mydriatic eye drops, MoCA

Trikiyazisli Olguların Klinik Özellikleri ve Radyofrekans Cerrahisinin Etkinliği

Ali AKAL, Tugba GÖNCÜ, Sevin SÖKER ÇAKMAK, Halit OĞUZ

ÖZET

Amaç: Semptomatik trikiyazis olgularının klinik özellikleri ve radyofrekans elektrocerrahi yönteminin etkinlik ve güvenliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2010-Mart 2013 tarihleri arasında semptomatik trikiyazis tanısıyla radyofrekans elektrocerrahi yapılan olguların dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, tanıların dağılımı, trikiyazisin ciddiyeti ve radyofrekans ablasyon etkinliği ve güvenliği değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya 27 hastanın 44 göz kapağı dahil edildi. Olguların ortalama yaşı 64,0±16,1 idi. Olguların %48,1’i erkek, %51,9’u kadındı. Ortalama takip süresi 15,3±12,3 ay idi. Gözlerin %66,6’sında trikiyazis üst kapakta, %16,6’sında alt kapakta ve %16,6’sında ise her iki kapakta izlendi. Trikiyazisin ciddiyeti %54,5 hafif, %45,5 ciddi olarak sınıflandırıldı. Trikiyazisli gözlerin %25’inde trahom veya skatrisyel konjunktivit, %19,4’ünde kronik blefarite sekonder, %9,1’inde konjenital kirpik malpozisyonu ve %45,5’inde spesifik bir etyoloji saptanmadı. İlk radyofrekans ablasyon uygulaması sonrasında başarı oranı %90,9, ikinci uygulama sonrası %100 idi.
Sonuç: Bu olgu serisinde radyofrekans elektrocerrahi ablasyon yönteminin kolay uygulanabilen, trikiyazis tedavisinde etkili ve güvenli bir yöntem olduğu görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Trikiyazis, Semptomatik trikiyazis, Radyofrekans ablasyon, Radyofrekans cerrahi

Clinical Characteristics of the Patients with Trichiasis and the Efficacy of Radiofrequency Electrosurgery

ABSTRACT

Objective: To evaluate the clinical characteristics of symptomatic trichiasis and to assess the safety and efficacy of the ablation method with radiofrequency electrosurgery.
Material Method: Medical records of the patients with symptomatic trichiasis who underwent ablation with radiofrequency electrosurgery were reviewed between January 2010 and March 2013. Demographic characteristics of the patients, the distribution of diagnoses, severity of trichiasis and the efficacy and safety of radiofrequency ablation were evaluated.
Results: The study comprised 44 eyelids of 27 patients. The mean age of the patients was 64.0±16.1 years; 48.1% were male and 51.9% female. The mean follow-up time was 15.3±12.3 months. Trichiasis was observed in the upper eyelid in 66.6% of eyes, in the lower eyelid in 16.6% and in both eyelids in 16.6%. The severity of trichiasis was classified as mild in 54.5% of eyes and severe in 45.5%. There was secondary development of trachoma or scatricial conjunctivitis in 25% and chronic blepharitis in 19.4% of trichiasis eyes. While congenital malpositioning of the eyelash was determined in 9.1% of eyes, no specific etiology was determined in 45.5%. The success rate after the first application of radiofrequency ablation was 90.9% and 100% after the second application.
Conclusion: This case series showed that the ablation with radiofrequency electrosurgery is an easy method to apply and is efffective and safe in the treatment of trichiasis.
Keywords: Trichiasis, Symptomatic trichiasis, Radiofrequency ablation, Radiofrequency surgery

Ekzenterasyon Uygulanan Olgularda Demografi Endikasyonlar ve Cerrahi Teknikler

İbrahim Bülent BUTTANRI, Şafak KARSLIOĞLU, Müslime AKBABA, Didem SERİN, Korhan FAZIL

ÖZET

Amaç: Orbita ekzenterasyonu uygulanan olgularda demografi, endikasyonlar ve cerrahi teknikleri incelemek.
Gereç ve Yöntem: 1998-2010 yılları arasında orbita ekzenterasyonu uygulanan hastalar çalışma kapsamına alındı. Yaş, cinsiyet, histopatolojik tanılar, önceki nüksler, uygulanan cerrahi ve rekonstrüksiyon teknikleri ve kozmetik sonuçlar irdelendi.
Bulgular: Yirmi olguya orbita ekzenterasyonu uygulanmıştı. Hastaların ortalama yaşı 61 (12-93 arası) idi. Hastaların 14’ü (%70) erkek ve 6’sı (%30) kadın idi. Ondört (%70) olguda sol ve 6 (%30) olguda sağ göz ekzentere edilmişti. Sekiz (%40) olguda ekzenterasyon öncesinde başarısız tümör cerrahisi hikayesi mevcuttu. Bazal hücreli kanser en sık nedendi (%40). Oniki olguya total ya da genişletilmiş ekzenterasyon, 8 olguya subtotal ekzenterasyon uygulandı. Sinüsektomi 2 olguda ekzenterasyona ilave edilmişti (%10). Ekzentere soket 11 (%65) olguda spontan granülasyona bırakıldı. Beş olguda ekzenterasyon ile aynı seansta kas transpozisyon flepleri, 4 olguda parsiyel kalınlıkta cilt greftleri kullanıldı. İki olguda gelişen sinoorbital fistül en önemli komplikasyondu. Bu 2 olguda orta hat alın flepleri ile fistüller kapatıldı.
Sonuç: Yetersiz ve bilinçsiz tümör cerrahisi uygulamaları ve geç başvuru, olguları ekzenterasyona götüren en sık nedenlerdir. Erken ve uygun cerrahi yöntemlerle ekzenterasyon endikasyonları azaltılabilir.
Anahtar Kelimeler: Orbita ekzenterasyonu, Orbita rekonstrüksiyonu

Demographics Indications and Surgical Techniques in Exenterated Patients

ABSTRACT

Aim: To evaluate demographics, indications and surgical techniques in exenterated patients.
Material and Method: Patients who underwent orbital exenteration between 1998 and 2010 were included in the study. Age, sex, histopathological diagnosis, previous recurrence, surgical and reconstruction techniques, and cosmetic outcomes were evaluated.
Results: Twenty patients underwent orbital exenteration. The mean age of the patients was 61 (between 12-93 years). Fourteen of the patients (70%) were male and 6 (30%) were female. Left eye was exenterated in 14 (70%) and right eye in 6 (30%) patients. Eight (40%) patients had a history of unsuccessful tumor excision surgery prior to exenteration. Basal cell carcinoma was the most frequent indication (40%). Twelve patients (60%) underwent total or extended orbital exenteration, and 8 patients (40%) underwent subtotal exenteration. Sinusectomy was combined with exenteration in 2 (10%) patients. The exenterated socket was left to spontaneous granulation in 11 (65%) patients. Muscle transposition flaps were used for primary surgical reconstruction in 5 (25%) patients, and partial-thickness skin grafts in 4 (20%) patients. Sino-orbital fistula in 2 cases (10%) was the main complication in this group of patients. Midline forehead flaps were used for the management of sino-orbital fistulae.
Discussion: Previous insufficient or unsuccessful tumor excision surgeries and late presentation are the most frequent reasons that result in exenteration. Exenteration can be avoided by early and adequate surgical treatment.
Keywords: Orbital exenteration, Orbital reconstruction

Tedaviye Dirençli Tek Taraflı Konjunktivit

Meydan TURAN

ÖZET

Üst göz kapağında yerleşmiş yabancı cisimler dikkatsizlik nedeniyle tespit edilememekte ve iyileşmenin gecikmesine neden olmaktadır. Bu durum dirençli veya tekrarlayan konjonktivit ataklarına ve kapanmayan korneal abrazyonlara neden olabilmektedir. Burada üst konjonktival forniksinde 3 haftadan beri organik yabancı cisim kalan bir erkek olgu sunulmuştur. Bu yazıda özellikle tedavi ile iyileşmeyen olgularda anamnez, muayene ve göz kapağının eversiyonunun mutlaka dahil edilmesi gerektiğinin önemi vurgulanmıştır.
Anahtar Kelimeler: İyileşmeyen bakteriyel konjonktivit, Yabancı cisim

Unilateral Conjunctivitis Refractory to Treatment

ABSTRACT

Foreign bodies located in the upper conjunctival fornix may remain undetected inadvertently and may cause delayed healing. These occasions cause refractory or recurrent conjunctivitis and unhealing corneal abrasions. Here in, we report a case of an organic foreign body that remained in the upper conjunctival fornix of a male subject for 3 weeks. This paper emphasizes the importance of anamnesis, examination and eversion of the eyelids, especially in cases presenting with unresolved conjunctivitis.
Keywords: Unresolved bacterial conjunctivitis, Foreign body

Oromandibular Distonili Bir Hastada Non-Arteritik İskemik Optik Nöropati Olgusu

Melisa Zişan KARSLIOĞLU, Huban ATİLLA, Cenk AKBOSTANCI, F. Nilüfer YALÇINDAĞ

ÖZET

Elli bir yaşında erkek hasta sol gözde 15 gündür yarım görme şikayetiyle nöroloji bölümünden konsülte edildi. İki yıl önce de sağ gözde benzer şikayetler ile başvuran hastada en iyi düzeltilmiş görme keskinliği sağda 20/25, solda 20/20 düzeyinde idi. Bilateral ön segment doğal ve renk görme sağda 10/12, solda 11/12 düzeyinde idi. Fundoskopide sağ optik sinirde temporal solukluk, sol optik sinir sınırlarında silinme izlendi. Eş zamanlı olarak oromandibular distoni tanısıyla izlenen hastada ileri klinik ve laboratuvar araştırma sonucunda hiperhomosisteinemi saptandı. Olgumuzda non-arteritik iskemik optik nöropati ile oromandibular distoni beraberliğinin tesadüf olmadığını ve bu nedenle rekürans ihtimalinin hep akılda tutulması gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Non-arteritik iskemik optik nöropati, Oromandibular distoni, Hiperhomosisteinemi

Non-Arteritic Ischemic Optic Neuropathy in a Case with Oromandibular Dystonia

ABSTRACT

A 51 year-old man was consulted from neurology department for visual impairment in his left eye. He had similar complaints in his right eye two years ago. On his initial examination, best corrected visual acuity was 20/25 in right eye and 20/20 in left. Bilateral anterior segment was normal, mild color vision impairment was detected in both eyes, 10/12 in the right and 11/12 in the left eye. Right optic disc had temporal pallor and left optic disc had indistinct margins. Concurrently he had oromandibular dystonia. After further systemic and laboratory evalutions hyperhomocysteinemia was detected. Herein our case we believe that the association of non-ischemic optic neuropathy and oromandibular dystonia was not a coincidence and possibility of recurrences should be kept in mind.
Keywords: Non-arteritic ischemic optic neuropathy, Oromandibular dystonia, Hyperhomocysteinemia

Konjenital Retinal Makrodamar

Necati DURU, Yasin TOKLU, Nagihan UĞURLU, Emine KALKAN AKÇAY, Döndü MELEK ULUSOY, Nurullah ÇAĞIL

ÖZET

Konjenital retinal makrodamar makülada horizontal hattı çaprazlayan ve sıklıkla retinal venden köken alan retinal damar anomalisidir. Bu makalede rutin göz muayenesinde tesadüfen saptadığımız konjenital retinal makrodamar bulunan olguyu sunmak amaçlanmıştır.
Yirmi üç yaşında bayan hasta refraksiyon muayenesi için kliniğimize başvurmuştur. Yapılan fundus muayenesinde sol gözde maküladan aberan bir damarın geçtiği tespit edilmiş ve fundus floresein anjiyografisi ve optik koherans tomografisinde konjenital retinal makrodamarın karakteristik bulguları saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Konjenital retinal, Makrodamar, Aberan retinal damar, Maküla

Congenital Retinal Macrovessel

ABSTRACT

Congenital retinal macrovessel is an anomaly of the retinal vessels which crosses the horizontal line at macula and often originate from retinal vein. In this article, a congenital retinal macrovessel case which is discovered in a routine eye examination incidently was aimed to report. Twenty-three-yearsold female patient consulted our clinic for refraction examination. On fundus examination, a macular aberrant vessel was discovered in the left eye and characteristic findings of congenital retinal macrovessel was identified by fundus fluorescein angiography and optical coherence tomography.
Key Words: Congenital retinal, Macrovessel, Aberrant retinal vessel, Macula

Straatsma Sendromlu Bir Olgu

Nilgün ÖZKAN AKSOY, Elif Betül TÜRKOĞLU, Erkan ÇELİK, Özgül ALTINTAŞ, Gürsoy ALAGÖZ

ÖZET

Retinada miyelinli sinir lifleri; düzensiz, tüye benzer kenarları olan, vasküler arkı takip etmeye meyilli, yüzeysel beyaz veya gri-beyaz renkli retina alanı olarak görülür. İzole bir bulgu olabileceği gibi oküler ve sistemik hastalıklarla birlikte görülebilir. Miyelinli retina sinir liflerinin yüksek miyopi ve ambiliyopi ile birlikte görüldüğü klinik tablo Straatsma Sendromu olarak tanımlanmıştır. Bu olgularda miyelinli sinir liflerinin yerleşim yeri ve miyopinin derinliğine bağlı olarak ambiliyopi tedavisinin uygulanabileceği ancak prognozun değişkenlik gösterebileceği bildirilmiştir. Bu makalede, Straatsma Sendromlu bir olgu sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Straatsma sendromu, Ambliyopi, Miyopi

Straatsma Syndrome A Case Report

ABSTRACT

Myelinated nerve fibers in the retina have irregular and feather like edges, they are seen as shallow white or gray-white colored retinal area inclined to follow the vascular arc. It can be an isolated finding as well as may be associated with ocular and systemic diseases. The clinical status that myelinated retinal nerve fibers were associated with high myopia and amblyopia was defined as Straatsma syndrome. In these cases it was reported that treatment of amblyopia could be applied according to localization of myelinated nerve fibers and the depth of myopia, but the prognosis might vary. In this article, a case with Straatsma syndrome is presented.
Key Words: Straatsma syndrome, Amblyopia, Myopia

Yenidoğanda Üst Göz Kapağı Eversiyonu

Hüseyin MAYALI

ÖZET

Doğumsal üst göz kapağı eversiyonu nadir görülen bir durumdur, sıklıkla siyah bebeklerde ve Down sendromlularda görülür. Oküler hipotoni, doğum travması, göz kapağı ön lamellasında dikey kısalık, orbital septum ile levator apnevrozu arasındaki bağlantının kusurlu oluşu gibi anormallikler olası patofizyolojik faktörlerdir. Burada vajinal yolla doğan, doğumsal iki taraflı üst kapak eversiyonu olan bir olgu sunulmaktadır. Konservatif olarak steroidli pomad, antibiyotikli damla ve göz kapaması ile tedavi edilmiştir. Sonuç olarak, bu durum erken tanındığında cerrahiye gerek kalmadan konservatif olarak tedavi edilebilir.
Anahtar Kelimeler: Eversiyon, Konjenital, Üst göz kapağı

Upper Eyelid Eversion in a Newborn

ABSTRACT

Congenital upper eyelid eversion is a rare condition, frequently seen in black infants and in Down’s syndrome. Abnormalities such as orbicularis hypotonia, birth trauma, vertical shortening of the anterior lamellar of the eyelid and failure of the orbital septum to fuse with the levator aponeurosis of the eyelid have all been implicated as possible pathophysiological factors. We report a case of congenital bilateral upper eyelid eversion in a normal infant, born by vaginal delivery. The case was conservatively treated by steroid ointment, antibiotic drops and eyelid patching. In conclusion, if recognised early, the condition can be managed conservatively without surgical intervention.
Anahtar Kelimeler: Eversion, Congenital, Upper eyelid

Ayın Konusu Köşesi

Konu Başlığı

Osteoporozda Tedavi

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı

Prof.Dr. Rengin EREV GÜZEL

ve

Yrd.Doç.Dr. İlke COŞKUN BENLİDAYI

 

tarafından yapılan çalışma

Konu Başlığı

Yaşlıda Hipertansiyon Tedavisinde İlaç Seçimi

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Geriatri Bilim Dalı
 
Uzm.Dr. Sevnaz ŞAHİN

tarafından yapılan Çalışma