Serum İnflamasyon Medyatörlerinin
Kronik Romatizmal Kapak Progresyonu,
Sonradan Oluşan Kapak Kalsifikasyonu ve
Fonksiyonel Kapasiteyle Olan İlişkileri

Yrd.Doç.Dr. Vedat DAVUTOĞLU*, Dr. Ahmet ÇELİK**, Doç.Dr. Mehmet AKSOY*,
Dr. Yusuf SEZEN*, Dr. Serdar TÜRKMEN*, Yrd.Doç.Dr. Serdar SOYDİNÇ*,
Doç.Dr. İlyas AKDEMİR*

*Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Şahinbey Tıp Merkezi, Gaziantep
**Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Biyokimya Anabilim Dalı, Şahinbey Tıp Merkezi, Gaziantep

ÖZET

Amaç: Kronik romatizmal kapak hastalığının (RKH) progresyonu ve sonradan gelişebilen kapak kalsifikasyonunun nedeni hakkında henüz kesin bir bilgi yoktur. Çalışmamızda serum inflamasyon medyatörlerinin kronik RKH seyri, sonradan gelişen kapak kalsifikasyonu ve fonksiyonel kapasite üzerine etkisinin olup olmadığını belirlemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya toplam 92 RKH (27 erkek ve 65 kadın, ortalama yaş 40±14) alındı. Kontrol grubu olarak yaş ve cinsiyet karşılaştırmalı 50 normal gönüllü alındı. Tüm hastalara ekokardiyografi yapıldı ayrıca kapak tutulum cidiyetleri, kalsifikasyon durumları ve fonksiyonel sınıfları belirlendi. Serum sitokinleri (İnterlökin-6, İnterlökin 2 reseptörü, İL-8, Tümör nekrozis faktör-alfa) ve serum inflamasyon medyatörlerinden fibrinojen ve hassas CRP çalışıldı.
Bulgular: Serum İL-6, İL-2R, TNF-alfa ve hCRP düzeyleri hasta grubunda kontrole göre anlamlı düzeyde yüksekti (p<0.001). Mitral skor ile fibrinojen (p=0.002), İL-6 (p=0.007), TNF-alfa (p<0.001) ve hCRP düzeyleri (p<0.001) arasında anlamlı ilişki saptandı. Fibrinojen, hCRP, İL-6, TNF-alfa ve İL-2R ile fonksiyonel sınıf arasında anlamlı ilişki vardı (p<0.001). İL-6 ve TNF-alfa ile kapak kalsifikasyonu arasında güçlü ilişki saptandı (p<0.001).
Sonuç: RKH'nın kronik fazı, devam eden inflamasyon mediatörleriyle güçlü ilişki göstermekte olup kapak ciddiyeti, kalsifikasyonu ve fonksiyonel sınıf ile korelasyon göstermektedir. Antiinflamatuvar ajanların RKH seyri üzerinde etkisinin, ileri çalışmalarla aydınlatılması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kronik romatizmal kapak hastalığı, İnflamasyon medyatörleri, Kapak skoru, Kapak kalsifikasyonu

SUMMARY


Association Between Selected Serum Inflammatory Mediators and Progression of Chronic Rheumatic Valve Disease, Subsequent Valve Calcification and Functional Class

 

 

Aim: The mechanism of the underlying principle of the progression of chronic rheumatic valve disease (RVD) and subsequent valve calcification are not clearly understood. We aimed to determine whether serum markers of inflammation has impact on severity of chronic RVD, subsequent valve calcification, and functional class.
Material and Methods: Of the 92 patients with RVD, 27 were male and 65 were female; they had a mean age of 40±14 years. The control group consisted of age and gender matched 50 subjects without echocardiographic sign of RVD. All patients were enrrolled to echocardiographic evaluation in respect of rheumatic valve severity, valve calcification, and functional class. Cytokines (interleukin-6 [IL-6], interleukin-2 receptor [IL2R], interleukin-8 [IL-8], tumor necrosis factor-alpha [TNF-alpha]) and serum inflammatory markers (fibrinogen, hs-CRP) were measured in all subjects.
Results:Plasma levels of IL-6, IL-8, IL-2R, TNF-alpha, and hs-CRP were significantly higher in patients with RVD than control subjects (P<0.001). There were significant correlation between mitral score and fibrinogen (P=0.002), IL-6 (P=0.007), TNF-alpha (P<0.001), and hs-CRP levels (P<0.001). Fibrinogen, hs-CRP, IL-6, TNF-alpha, and IL-2R were correlated with functional class severity. IL-6 and TNF-alpha were strongly correlated with valve calcification (P<0.001).
Conclusion: Chronic phase of RVD is associated with ongoing serum inflammatory mediators which are strongly correlated with severity of valve involvement, valve scarring, subsequent valve calcification, and decreasing functional status. Future research in this important area should focus on the critical questions whether the antiinflammatory drugs might reduce progression, morbidity and mortality of patients with chronic RVD.
Key Words: Chronic rheumatic valve disease, Inflammation mediators, Valve score, Valve calcification

Perkütan Koroner Girişimler Öncesi Düşük Doz Statin
Kullanımının İşlem Sonrası CRP Düzeyine Etkisi

Dr. Öykü GÜLMEZ, Uzm.Dr. İlyas ATAR, Dr. İnci Aslı ATAR, Dr. Hüseyin BOZBAŞ,
Prof.Dr. Bülent ÖZİN, Doç.Dr. Aylin YILDIRIR, Prof.Dr. Mehmet Emin KORKMAZ,
Prof.Dr. Haldun MÜDERRİSOĞLU

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara

ÖZET

Amaç: Perkutan koroner girişim (PKG) gibi vasküler hasara neden olan girişimsel işlem öncesinde başlanan düşük doz statinin (10 mg/gün) işlem sonrası serum CRP düzeyine olan etkisi, bu etkinin statin tipine bağlı olup olmadığının araştırılması.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, üniversitemiz kateter laboratuvarında PKG kararı verilen 150 hasta PKG'den 1 hafta önce 20'si simvastatin, 20'si atorvastatin, 20'si pravastatin ve 90'ı kontrol gruplarına randomize edildi. Hastalarda PKG'den hemen önce ve PKG'den sonra 6., 24., ve 36. saatlerde CRP değerlerine bakıldı.
Bulgular: Statin kullanan hastalar ortak grupta toplanarak yapılan analizde, düşük doz statin kullanımının serum CRP düzeylerini PKG öncesi ve PKG sonrası 6. ve 24. saatte anlamlı olarak azalttığı (p<0.05), 36. saatte ise anlamlı olmayarak statin grubunda CRP'nin düşük olduğu (p>0.05) görüldü. Simvastatin, pravastatin ve atorvastatin gruplarının CRP üzerine etkileri kontrol grubuyla tek tek karşılaştırıldığında CRP'deki azalmanın anlamlı olmadığı görüldü. Simvastatin, pravastatin ve atorvastatinin düşük dozları arasında CRP üzerine kısa dönem etkileri açısından bir farklılık olmadığı saptandı.
Sonuç: PKG öncesi başlanan düşük doz statinin PKG öncesi ve PKG sonrası erken dönemde serum CRP düzeylerine olumlu etkilerinin olduğu gösterilmiştir. PKG uygulanan hastalara kolesterol düzeyi düşük olsa dahi inflamasyonu baskılamak için statin tedavisinin verilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Perkütan koroner girişim, CRP, Statin

SUMMARY

The Effects of Prior Low Dose Statin Therapy on Crp Rise after Percutaneous Coronary Interventions
Aim:
We planned to investigate the effect of low dose statin therapy (10 mg/day) before percutaneous coronary intervention (PCI) on the serum CRP levels.
Material and Methods: We enrolled 150 patients in whom PCI was planned in our university hospital. The patients were randomised to either statin treatment groups (simvastatin or atorvastatin or pravastatin) or control group at least one week before the planned PCI. Blood samples for CRP were obtained just before the PCI and 6, 24, 36 hours after the procedure.
Results: When taken together, serum CRP levels just before the PCI and 6 and 24 hours after the PCI of the patients randomized to statin groups were significantly reduced (p<0.05) but although not statistically significant there was a trend for a lower serum CRP level at the 36 th hour after the PCI (p>0.05). There was no difference between simvastatin, atorvastatin or pravastatin groups and the control group when compared separately.
Conclusions: Administration of low dose statin before the PCI has favorable effects on CRP levels just before the PCI and immediately after the PCI. Prior statin therapy seems to be effective in limiting the inflammation indicated by the decrease on CRP rise even when the patients have low cholesterol levels.
Key Words: Percutaneous coronary intervention, CRP, Statin

Egzersiz Stres Testinde Kalp Hızı Geri Dönüşünün Koroner
Arter Hastalığı Tanısındaki Önemi

Dr. Uğur YUVANÇ, Doç.Dr. Dilek YEŞİLBURSA, Yard.Doç.Dr. İbrahim BARAN, 
Dr. Kemal KARAAĞAÇ, Dr. Ertuğrul MEHMETOĞLU, Dr. Tunay ŞENTÜRK,
Prof.Dr. Jale CORDAN

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Bursa

ÖZET

Amaç: Kardiyovasküler sistem regülasyonunda otonom sinir sistemi önemli bir rol oynamaktadır. Otonom sinir sistem aktivitesine bağlı olarak recovery periyodundaki kalp hızı düşüşünün koroner arter hastalığını öngördüğüne dair birbiriyle çelişen yayınlar vardır. Bu çalışmayı egzersiz stres testinde recovery periyodunda kalp hızı geri dönüşünün koroner arter hastalığı varlığını öngörmedeki değerini araştırmak için planladık.
Gereç ve Yöntem: Kardiyoloji polikliniğine göğüs ağrısı şikayetiyle başvuran 415 hasta çalışmaya alındı. Hastalara Bruce protokolüne göre egzersiz stres testi ve koroner anjiyografi uygulandı. Olgularda egzersiz stres testinde recovery periyodunun birinci, ikinci, üçüncü dakikalarının sonunda toplam kalp hızı düşüşü ve ayrıca ikinci ve üçüncü dakikalar içindeki kalp hızı düşüşü incelendi. Bu değerlerin koroner arter hastalığı varlığını öngörmedeki değeri araştırıldı.
Bulgular: Hastaların 276'sında önemli koroner arter hastalığı, 139'unda ise koroner arterler normal olarak tesbit edildi. Hastaların birinci ve ikinci dakika sonundaki ve ikinci dakika içindeki kalp hızı düşüşünün koroner arter hastalığını öngörme açısından anlamlı olduğu saptandı. Daha önceki çalışmalarda da kabul edilen birinci dakika sonunda kalp hızı düşüşünün kesim değeri 12 olarak kabul edildiğinde duyarlılık %51, özgüllük %79 olarak saptandı.
Sonuç: Koroner arter hastalığının varlığını öngörmede birinci ve ikinci dakika sonundaki ve ikinci dakika içindeki kalp hızı düşüşünün anlamlı olduğu saptandı. Kalp hızı düşüşünün değerlendirilmesinin egzersiz testine ek katkılar sağlayabileceği kanısına varıldı.
Anahtar Kelimeler: Kalp hızı geri dönüşü, Egzersiz stres testi, Koroner arter hastalığı

SUMMARY

The Role of Heart Rate Recovery on the Diagnosis of Coronary Artery Disease
Aim:
Otonomic nervous system has an important role in regulation mechanisms of cardiovascular system. There are mutually contradicting journals reporting that heart rate decrease on the recovery period predicts the presence of coronary artery disease. This study was planned for evaluating the value of heart rate recovery on the recovery period in predicting the presence of coronary artery disease.
Materials and Methods: 415 patients admitting with chest pain were enrolled in the study. Execise testing according to Bruce protocol and coronary angiography were performed for each patient. Heart rate decreases during second and third minutes and at the end of the first, second and third minutes of recovery period were recorded. The values of these parameters in predicting the presence of coronary artery disease were investigated.
Results: Serious coronary artery disesase were detected in 276 patients while coronary arteries were normal in 139 of them. Heart rate decreases during second minute and at the end of the first and second minutes of recovery period were found to be statistically valuable in predicting the presence of coronary artery disease. When the cut point for heart rate decrease at the end of the first minute was accepted as 12, consistent with the previous studies; sensitivity and specifity were 51% and 79% respectively.
Conclusion: Heart rate decreases during second minute and at the end of the first and second minutes of recovery period were found to be statistically valuable in predicting the presence of coronary artery disease. It was accepted that heart rate evaluation during execise stress testing could provide additional information about coronary artery disease.
Key Words: Heart rate recovery, Exercise stress testing, Coronary artery disease

Koroner Arter Hastalığına Bağlı Gelişen Kronik Kalp
Yetersizliğinin Ayırıcı Tanısında Folat Düzeylerinin Yeri

Uzm.Dr. Aydın AKYÜZ

Sivas Devlet Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Sivas

ÖZET

Amaç: Bu çalışmanın amacı koroner arter hastalığına bağlı konjestif kalp yetersizliğini diğer sebeplere bağlı olanlardan ayırt etmede, düşük folat düzeylerinin önemini saptamak idi.
Gereç ve Yöntem: Toplam otuzbeş konjestif kalp yetmezlikli hasta çalışmaya alındı.Olguların 19'u koroner (12 erkek, 7 kadın, yaş: 58±9, ortalama kalp yetersizliği süresi: 3.3±1.5 yıl), 16'sı nonkoroner kalp yetersizliği olan (10 erkek, 7 kadın, yaş:57±11, ortalama kalp yetersizliği süresi: 3.1±1.7 yıl) hastalar idi.
Bulgular: Koroner arter hastalığı olan hastalarda folat ortalama değerleri 6.16±2.01 ng/mL idi, olmayan hastalarda ise; 10,27±1.7 ng/mL ölçüldü. İki grup folat değerleri arasında ise anlamlı fark (p<0.01) vardı.
Sonuç: Çalışmanın sonucunda; konjestif kalp yetersizliğinin sebebinin saptanmasında, eğer folat değerleri 7 ng/mL'nin altında ise kalp yetersizliğinin koroner arter hastalığına bağlı olabilirliğinin sensitivitesi %73, spesifitesi %68 olduğu ve anlamlı bir şekilde koroner arter hastalığı ile ilişkili olduğu sonucuna vardık.
Anahtar Kelimeler: Koroner arter hastalığı, Konjestif kalp yetersizliği, Folat

SUMMARY

The Place of Folat Levels in Distinctive Diagnosis of Chronic Heart Failure Depending on Coronary Heart Disease
Aim:
Aim of this study was to determine the significance of low folate levels in distinguishing chronic congestive heart failure depending on coronary heart disease from those depending on different reasons.
Materials and Method: Totally 35 patients with congestive heart failure were included in this study.19 out of these patients (12 male,7 female, age:58±9, average duration of heart failure:33±1.5 years) were having coronary artery disease,howewer,16 patients out of 35 (10 male,7 female,average duration of heart failure:3.1±1.7 years) were having non-coronary artery disease.
Results: Average folate values in patients having coronary artery disease were 6.16±2.01 ng/ml., whereas,average folate values in patients not having coronary artery disease were 10.27±1.7 ng/ml. There was a significant distinction (p<0.01) between the two folat values.
Conclusion: At the end of the study we concluded that İf folate values were below 7 ng/ml in determination of the reasons of congestive heart failure, the sensivity possibility depending on coronary artery disease was 73%, its specifity was 68%, and it was interrelated with coronary artery disease.
Key Words: Coronary artery disease, Chronic congestive heart failure, Folate

Büyük Damarların Transpozisyonunda Senning
Ameliyatı: Orta ve Uzun Dönem Takip Sonuçları

Uzm.Dr. Gürkan ÇETİN*, Dr. Sertaç HAYDIN*, Uzm.Dr. Ahmet ÖZKARA*,
Uzm.Dr. Murat MERT*, Doç.Dr. Atıf AKÇEVİN**, Prof.Dr. Levent SALTIK***,
Prof.Dr. Tayyar SARIOĞLU****

*İstanbul Üniversitesi, Kardiyoloji Enstitüsü, Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
**VKV Amerikan Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, İstanbul
***İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatrik Kardiyoloji Bilim Dalı, İstanbul
****Acıbadem Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, İstanbul

ÖZET

Amaç: Mükemmel erken dönem sonunçlarına rağmen geç dönemde ortaya çıkan sistemik ventrikül yetmezliği, egzersiz performans bozukluğu, aritmi ve ani ölümler sebebiyle günümüzde hemen hemen terkedilmiş ve yerini arteryel switch ameliyatına bırakmış olan Senning operasyonunun geç dönemde karşılaşılan sorunlarıyla ilgili kliniğimiz deneyiminin sunulması.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmamızda 1986-2000 yılları arasında kliniğimizde yapılmış ve kayıtlarına ulaşabildiğimiz 17 hasta retrospektif olarak incelenmiştir. Ortalama 9.3 yıllık takip süresi olan hasta grubumuzdaki tüm hastaların ameliyat sonrası orta ve geç dönem fonksiyon kapasiteleri sorgulanmış, fizik muayene bulguları incelenmiş, telekardiyografi, ekokardiyografileri ve 24 saat holter Elektrokardiyografileri araştırılmıştır.
Bulgular: Sinüs ritmi 16 hastada (%94) görülmüştür. 5 hastada sağ ventrikül yetmezliği (%36), ikisinde ileri derecede olmak üzere 12 hastada da (%71) triküspid yetmezliği saptanmıştır. 13 hasta NYHA klas 1 (%76), 3 hasta klas 2 (%18) bir hasta da klas 3 (%6) tedir.
Sonuç: Hastaların geç dönemleri birçok probleme açık gözükmektedir. Bu nedenle bu hastalar geç dönemde çok yakından izlenmeli ve karşılaşılabiecek problemlere karşı zamanında, erken ve uygun önlemler alınmalı ve tedavi edilmelidir. Ancak bu şekilde kardiyak fonksiyonlar korunabilir. Ciddi Sağ ventrikül disfonksiyonu olan hastalarda ikincil cerrahi yöntemler denenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Senning, Büyük damarların transpozisyonu, Sağ ventrikül fonksiyonu

SUMMARY

Moderate and Long-Term Results of Senning Operation for Transposition of the Great Arteries:
Aim:  
Senning operation with low early mortality and morbidity was the most popular operation for transposition of the great arteries for the past three decades. Because of the long term problems such as right ventricle failure, diminished exercise performance, arrhythmias and sudden death, this procedure was abandoned. Currently arterial switch is the procedure of choice for correcting transposition of the great arteries. We aim to document our experience related with long term problems of Senning patients.
Material and Method: The study was a retrospective analysis with a median follow-up time of 9.3 years. 17 patients were included in the study. The electrocardiogram, echocardiogram, chest radiograph and 24 hours holter electrocardiograms were reviewed for each patient.
Results: 13 patients were in NYHA class I (76%), 3 patients in class II (18%) and 1 patient in class III (6%). The probability of staying in sinus rhythm was 94%. Right ventricle failure was encountered in 5 patients (36%). Important tricuspid regurgitation was detected in 12 patients (%71).
Conclusion: Long-term follow-up after the senning procedure shows increasing incidence of sinus node dysfunction and right ventricular dysfunction over time. It's early recognition and initiation of appropriate management to preserve cardiac function is important. In severe cardiac failure, conversion into an arterial switch procedure or cardiac transplantation were the choices of treatment. However, these procedures are demanding.
Key Words: Senning, Transposition of the great vessels, Right ventricle function

On-X Prostetik Kapak ile
Orta Dönem Klinik Sonuçlarımız

Doç.Dr. Melih Hulusi US*, Dr. Soner SANİOĞLU*, Dr. Sibel POÇAN**,
Yrd.Doç.Dr. Eralp ULUSOY***, Dr. Mehmet YILMAZ*, Dr. Yücesin ARSLAN*,
Doç.Dr. Mutasım SÜNGÜN*, Prof.Dr. Ahmet Turan YILMAZ*

*Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, İstanbul
**Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon Kliniği, İstanbul
***Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, İstanbul

ÖZET

Amaç: Bu çalışmada kliniğimizde kullanılmış On-X mekanik kapakların orta dönem klinik sonuçları incelenmektedir.
Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde On-X prostetik kalp kapağı kullanılarak toplam 40 hastanın 20'sine (%50) izole aort kapak replasmanı (AVR), 20'sine (%50) izole mitral kapak replasmanı (MVR) yapıldı. Çalışma AATS/STS kardiyak kapak operasyonları rehberi kullanılarak dizayn edildi. Toplam takip süreleri AVR için 65.25 hasta-yılı, MVR için ise 66.25 hasta-yılı olarak bulundu.
Bulgular: AVR ve MVR grubu için 3 yıllık sağkalım %100 olarak bulundu. Eken dönemde kapak ilişkili yan etkilere rastlanmazken, 3 yıl sonunda tromboembolizmden bağımsız yaşam AVR için %100, MVR için %94.44±%5.0 oldu. Kanama şikayeti olmadan yaşam AVR için %94.74±%5.12, MVR için %94.12±%5.71'di. 1. yıl sonunda yapılan ekokardiyografik değerlendirmede aortik pozisyonda kullanılan 21 mm ile 25 mm arasındaki kapaklar için ortalama gradiyentin 11 mmHg'dan 7.5 mmHg'a, peak gradiyentin ise 18.5 mmHg'dan 11 mmHg 'a kadar değiştiği görüldü. Efektif kapak alanları (EKA) ise 1.8 cm2 ile 2.3 cm2 arasındaydı. Kapaklara göre MVR grubunda efektif kapak alanları 2.6 cm2 ile 2.9 cm2 olarak ölçüldü ve ortalama gradient 4-5 mmHg olarak saptandı.
Sonuç: Elde edilen sonuçlar On-X kapağın klinik performansının erken ve orta dönemde yeterli olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: On-X prostetik kapak, Orta-dönem sonuçlar

SUMMARY

Mid-term results of On-X Mechanical Valves
Aim: This study presents mid-term results of On-X mechanical valves that were implanted in our clinic.
Material and Methods: Total 40 patients underwent prosthetic valve replacement with On-X valve in our clinic. Twenty of them (50%) were isolated aortic valve replacement (AVR) and the remaining was isolated mitral valve replacement (MVR). Study was designed according to the guidelines for cardiac valve operations (AATS/TS). Total duration of follow-up was 62.25 patient-years for AVR and 66.25 patient-years for MVR.
Results: Three years survival was 100% for AVR and MVR groups. No early valve related side effect was seen. Thromboembolism-free 3 years survival was 100% for AVR group and 94.44%±5.0% for MVR group. Hemorrhage-free survivals were 94.74%±5.12%, and 94.12%±5.71% for AVR and MVR groups, respectively. Echocardiographic evaluation at the end of first year revealed that mean gradient ranged between 11 mmHg and 7.5 mmHg, and peak gradient ranged between 18.5 mmHg and 11 mmHg, for 21 mm and 25 mm aortic valves. Effective valvular areas (EVA) ranged between 1.8 cm2 and 2.3 cm2. In MVR group, effective valvular area ranged between 2.6 cm2 and 2.9 cm2, and mean gradient was 4-5 mmHg.
Conclusion: Results indicate a satisfactory short-term and mid-term performance for On-X valves.
Key Words: On-X prosthetic valve, Mid-term results

Ağır Egzersiz Sonucu Gelişen Spontan Koroner Arter
Disseksiyonuna Bağlı Akut Miyokard İnfarktüsü

Doç.Dr. Hürkan KURŞAKLIOĞLU, Doç.Dr. Atila İYİSOY, Yrd.Doç.Dr.Turgay ÇELİK,
Doç.Dr. Sedat KÖSE, Uzm.Dr. Basri AMASYALI, Prof.Dr. Ersoy IŞIK


GATA, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara

ÖZET

Seyrek görülen bir patoloji olan spontan koroner arter disseksiyonu nadiren ağır egzersize bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu yazıda ağır egzersiz sonucu gelişen spontan koroner arter disseksiyonuna bağlı akut miyokard infarktüsü bulunan ve trombolitik tedavi uygulanan 49 yaşındaki bir erkek hasta sunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Spontan koroner arter disseksiyonu, Akut miyokard infarktüsü, Trombolitik tedavi

SUMMARY

A Case of Acute Myocardial Infarction Caused By Spontaneous Coronary Dissection Associated with Heavy Exercise
Spontaneous coronary artery dissection, an infrequent pathology, car rarely result from intensive exercise. In this report, we present a case of spontaneous coronary artery dissection following intensive exertion in a 49-year old male presenting with acute myocardial infarction and treated with thrombolytic therapy.
Key Words: Spontaneous coronary artery dissection, Acute myocardial infarction, Thrombolytic therapy

Sol Koroner Arterin Sağ Sinüs Valsalva'dan Çıktığı
Anomali: Ön Serbest Duvar Seyirli ve Aterosklerotik
Lezyonları Olan 78 Yaşındaki Bir Olgu
 
Doç.Dr. Erdal DURU, Dr. Özcan ÖZDEMİR, Doç.Dr. Hatice ŞAŞMAZ,
Dr. Dursun ARAS, Dr. Şenay Funda BIYIKOĞLU, Dr. Mustafa SOYLU

Yüksek İhtisas Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Ankara

ÖZET

Sol koroner arterin sağ sinüs Valsalva'dan çıkması nadir bir anomali olmasına karşın, bu anomali ile birlikte ani ölüm veya miyokardiyal iskemi görülebilmektedir. Bu yazıda sağ sinüs Valsalva'dan çıkan sol ana ve ön inen damarında aterosklerotik lezyonları olan ve enfarktüs sonrası efor anjinası ile başvuran 78 yaşında bir kadın hasta sunulmuştur
Anahtar Kelimeler: Koroner arter anomalisi, Sinüs valsalva, Ateroskleroz

SUMMARY

Anomalous Origin of the Left Coronary Artery From the Right Sinus of Valsalva: A 78-year-old Patient with Anterior Free Wall Course and Atherosclerotic Lesions
Although the left coronary artery originating from the right sinus of Valsalva is a rare anomaly, sudden death or myocardial ischemia may be observed in relation with this anomaly. We described a 78-year-old female patient with atherosclerotic lesions in the anomalous left main and anterior descending artery originating from the right sinus of Valsalva who admitted with post-infarction effort angina.
Key Words: Coronary artery anomaly, Sinus of Valsalva, Atherosclerosis

Bıçak Yaralanması Sonucu Gelişen VSD'li 2 Olgu

Yrd.Doç.Dr. Aziz KARABULUT*, Yrd.Doç.Dr. Kenan İLTÜMÜR*, Yrd.Doç.Dr. Cahfer GÜLOGLU**,
Yrd.Doç.Dr. Refik ÜLKÜ***, Prof.Dr. Nizamettin TOPRAK*

*Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır
**Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, İlk ve Acil Yardım Anabilim Dalı, Diyarbakır
***Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi, Anabilim Dalı, Diyarbakır

ÖZET

Kalp yaralanmaları özellikle hastane öncesi dönemde yüksek mortalite ile birliktedir. Hastaneye ulaşabilen hastalarda ise hızlı ve etkili tedavi yöntemleri ile mortalitede önemli bir azalma sağlanmıştır. Genellikle kardiyak tamponad tablosu ile başvuran hastalara yapılan acil müdahale ile perikardiyosentez ve/veya kalp yaralanma bölgesine onarım uygulanır. Kalp yaralanması ile birlikte intrakardiyak fistül ve ventriküler septal defekt (VSD) gibi ek sorunlar da oluşabilir. Literatürde VSD ve intrakardiyak fistül gelişen hastaların tama yakın bir kısmı acil müdahale sonrası elektif şartlarda teşhis ve tedavi edilmişlerdir. Biz de bu yazımızda kalp yaralanması sonrası yapılan acil torakotomi ve sağ ventrikül duvarına primer sütur uygulanıp sonrasında VSD tespit edilen 2 olguyu sunmaktayız.
Anahtar Kelimeler: Travma, Ventriküler septal defekt

SUMMARY

Two Cases Vith VSD After Stab İnjuries.
Cardiac injuries are associated with high mortality particularly in pre-hospital period. In patients who can reach the hospital, however, a significant decreas has been achieved by immediate and effective treatment methods. In general, during emergency intervention, pericardiosynthesiz and/or repair to the cardiac injury area are performed, to those patients who apply with cardiac tamponade. Along with cardiac injury, additional problembs such as intracardiac fistula and ventricular septal defect (VSD) may occur. In literature, nearly all of the patients with fistula and VSD have been diagnosed and treated under elective conditions after emergency intervention. We present here 2 patients in whom emergency thoracotomy and primary suture to right ventricle was performed after cardiac injury and then VSD was determined.
Key Words: Trauma, Ventricular septal defect

Düşük Molekül Ağırlıklı Heparinlerin
Akut Koroner Sendromlarda Kullanımı

Dr. Nihal AKAR, Dr.Alper CANBAY, Dr. Okan GÜLEN, Doç.Dr. Erdem DİKER, 
Doç.Dr. Sinan AYDOĞDU

Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Ankara

ÖZET

Akut koroner sendromun patofizyolojisi aterosklerotik plağın fissüre veya rüptüre olmasını takiben ortaya çıkan platelet aggregasyonunu ve sonuçta trombüs oluşmasını içermektedir. Trombositlerin akut koroner sendromun patogenezinde önemli rol oynaması nedeniyle antitrombotik ilaçlar olan anfraksiyone heparin ve düşük molekül ağırlıklı heparinlerin bu alanda kullanımları önem kazanmıştır. Anfraksiyone heparinin ST segment elevasyonsuz akut koroner sendromda etkili olduğu gösterilmekle beraber, ST segment elevasyonlu miyokard infarktüsünde trombolitik tedavi ile birlikte kullanımı tartışmalıdır. Anfraksiyone heparinin biyoyararlanımının ve terapötik aralığının değişken olması nedeniyle düşük molekül ağırlıklı heparinler kullanıma girmiş ve bu konuda klinik çalışmalar yapılmıştır. Bu yazıda düşük molekül ağırlıklı heparinlerin etkinliği ve akut koroner sendromlarda kullanımı incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Düşük molekül ağırlıklı heparin, Anfraksiyone heparin, Akut koroner sendrom

SUMMARY

The Use of Low Molecular Weight Heparın in Acute Coronary Syndromes
The pathophysiology of acute coronary syndromes consists of platelet aggregation and consequently thrombus formation over an eroded or ruptured atherosclerotic plaque. As platelets play a pivotal role in the pathogenesis of acute coronary syndromes, antithrombotic therapy with unfractionated heparin and low-molecular-weight heparins became an important part of the therapy. Although the efficacy of unfractioned heparin in non ST segment elevation acute coronary syndromes is proven, its combination with thrombolytic agents in ST segment elevation myocardial infarction is debatable yet. Due to low bioavailability and unpredictable dose response of unfractioned heparin, low-molecular-weight heparins became an alternative therapy. In this article efficacy of low-molecular-weight heparin therapy in acute coronary syndromes is discussed.
Key Words: Low molecular weight heparin, Unfractionated heparin, Acute coronary syndrome

            Aort Kapak Hastalıklarında Stres Ekokardiyografi

Dr. Arslan ÖCA, Uzm.Dr. Seher BOZBOĞA, Uzm.Dr. Ersin SARIÇAM, Dr. Bilal GEYİK,
Uzm.Dr. Cemal ÖZBAKIR,  Uzm.Dr. Kenan YALTA,  Prof.Dr. İrfan SABAH 

Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Ankara

ÖZET

Ekokardiyografi kalp hastalıklarının değerlendirilmesinde sık kullanılan bir yöntem olmasına rağmen, kalp kapaklarının ve sol ventrikülün performansının sadece istirahat halindeki durumunu yansıtmaktadır. Dobutamin stres ekokardiyografi hemodinamik değişikliklerin kalp kapaklarındaki etkileri, bu etkilerin derecesi ve myokardiyal kasılma rezervini değerlendirmeye olanak sağlamaktadır.
Standart ekokardiyografi, asemptomatik veya hafif derecede semptomatik aort yetmezliği veya aort darlığı olan hastalarda cerrahi tedavi yaklaşımı ve cerrahi tedavi zamanını belirlemede çoğu durumlarda yetersiz kalmaktadır.
Bu yazıda dobutamin stres ekokardiyografinin seçilmiş olgularda klinisyene bazı çok önemli ipuçları verdiği ve günlük pratikte asemptomatik veya hafif semptomları olan kapak hastalıklarında yönlendirici, aynı zaman da karar verici olduğu vurgulanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Aort darlığı, Aort yetmezliği, Dobutamin stres ekokardiyografi

SUMMARY

Stress Echocardiography in Aortic Valve Diseases
Though being frequently used to diagnose cardiac pathologies, echocardiography can only evaluate the status of the heart valves and left ventricular performance in their resting state. Dobutamine-stress-echocardiography is helpful in the evaluation of the effects of hemodynamic changes on the heart valves, of the severity of those effects and of the myocardial contractile reserve.
In the asymptomatic or mildly symptomatic aortic insufficiency or aortic stenosis cases standart echocardiography is frequently inadequate for the determination of the surgical approach or the timing of the surgery.
In this paper a stress is layed on the issue that dobutamine-stress-echocardiography can reveal important clues to guide the clinician in his/her routine practice for selected asymptomatic or mildly symptomatic cases with valvular diseases.
Key Words: Aortic stenosis, Aortic insufficiency, Dobutamine stress echocardiography

 Brusella Endokarditi

Yrd.Doç.Dr. Mehmet ÖZKÖKELİ*, Yrd.Doç.Dr. Oğuz KARABAY**,
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin ARINÇ***, Yrd.Doç.Dr. Cenk TATAROĞLU****

*AİBÜ İzzet Baysal Tıp Fakültesi, Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Bolu
**AİBÜ İzzet Baysal Tıp Fakültesi, İnfeksiyon Hastalıklarıve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Bolu
***AİBÜ İzzet Baysal Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Bolu
****AİBÜ Düzce Tıp Fakültesi, Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Düzce

ÖZET

Brusella türü bakterilerin neden olduğu Brusella enfeksiyonu, insanlara hastalıklı hayvanlardan direkt veya pastörize edilmemiş süt ve süt ürünlerinin kullanımı ile indirekt olarak bulaşır. Türkiye'de Sağlık Bakanlığının 2001 yılında yayınladığı rapora göre 15 000 yeni olgu bildirilmiş, ancak rapor edilmeyen ve subklinik vakalar göz önüne alınırsa bu rakam her yıl 50-100 000 olarak düşünülebilir. Bu yüzden Brusella Türkiyede önemli bir sağlık problemidir. Brusella endokarditi Brusellozun nadir fakat hayatı tehdit eden bir komplikasyonu olmasına rağmen, son zamanlarda tıbbi ve cerrahi tedavi birlikteliğiyle mortalite oranı belirgin olarak düşmüştür. Brusella enfeksiyonunun %1'inden azında kardiak tutulum görülür. Bu sunumda brusella endokarditinin temel özellikleri özetlenmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Brusella, Bruselloz endokarditi

SUMMARY

Brucella endocarditis
Brucellosis is an infectious disease caused by the bacteria of the genus Brucella. Humans usually become infected by indirect contact with unpasteurized milk or dairy products or direct contact with infected animals. In Turkey, approximately 15.000 new cases of brucella are reported in year 2001 according to the data of the Ministry of Health. However it is believed that the real number of cases is at least 50.000-100.000 per year, when the unreported and subclinical cases are taken into account. Therefore, brucellosis still remains a serious health problem in Turkey. In clinical perspective, cardiac involvement with Brucella develops in less than 1% of cases. Although Brucella endocarditis is rare but a life-threatening complication of brucellosis, recently mortality rates have been reduced with used of combined medical and surgical treatment. In this review, we aimed to summarize the basic properties of Brucella endocarditis.
Key Words: Brucellosis, Brucella endocarditis

İdiyopatik Sol Ventriküler Taşikardilerde Radyofrekans
Kateter Ablasyon Uygulaması: Etkinlik, Erken ve Geç
Dönem Klinik Takip Sonuçları

Doç.Dr. Sedat KÖSE*, Uzm.Dr. Basri AMASYALI*, Dr. U. Çağdaş YÜKSEL*,
Doç.Dr. Kudret AYTEMİR**, Yrd.Doç.Dr. Ayhan KILIÇ*, Doç.Dr. Atila İYİSOY*,
Uzm.Dr. Turgay ÇELİK*, Doç.Dr. Hürkan KURŞAKLIOĞLU*, Prof.Dr. Ersoy IŞIK*

*GATA Askeri Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabili Dalı, Ankara
**Hacettepe Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara

ÖZET

Amaç: Sürekli monomorfik ventriküler taşikardi (VT) olgularının %10'u idiyopatik olup bu hasta alt grubunda radyofrekans (RF) kateter ablasyonunun oldukça etkili bir tedavi yöntemi olduğu bilinmektedir. Çalışmamızın amacı idiyopatik sol VT tanısı konulan ve RF kateter ablasyon uygulanan olgularımızın erken ve geç dönem klinik takip sonuçlarını sunmaktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya idiyopatik sol VT tanısıyla RF kateter ablasyonu uygulanan ardışık 18 hasta alındı (ortalama yaş 26±10 yıl). Hiçbir hastada yapısal kalp hastalığı mevcut değildi. Taşikardi sırasındaki EKG'lerde, 14 hastada sağ dal bloğu superior eksen, 3 hastada sağ dal bloğu kuzeybatı eksen, 1 hastada ise sağ dal bloğu inferior eksen sapması mevcuttu.
Bulgular: Ablasyon 15 olguda VT esnasında, 3 olguda ise sinüs ritminde gerçekleştirildi. Presistolik purkinje potansiyeli (PPP)-QRS intervali başarılı ablasyon kayıtlarında ortalama -35±12 msn. iken, başarısız ablasyon kayıtlarında ortalama -10±6 msn. idi(p<0.001). Middiyastolik potansiyel varlığı, endokardiyal aktivasyon zamanı ve 12:12 pace map uyumluluğu bakımından ise başarılı ve başarısız ablasyon uygulamaları arasında anlamlı fark yoktu. Başarılı ablasyon yeri 13 olguda sol ventrikülün mid inferior septumu, 4 olguda sol ventrikülün apikal inferior septumu ve 1 olguda da sol ventrikülün bazal anterior septumu idi. Antiaritmik tedavinin verilmediği 22±16 aylık takip dönemi boyunca hiçbir hastada nüks gözlenmedi.
Sonuç: İdiyopatik sol VT'lerde RF kateter ablasyon yöntemi etkin bir tedavi seçeneğidir. Başarılı ablasyon bölgesini öngörmede erken PPP varlığı en önemli parametre gibi görünmektedir.
Anahtar Kelimeler: ventriküler taşikardi, radyofrekans kateter ablasyonu, purkinje potansiyeli

SUMMARY

Radiofrequency Catheter Ablation in İdiopathic Left Ventricular Tachycardia: İts Efficacy, Early and Late Follow-Up Results.
Aim:
It is well-recognized that 10% of sustained monomorphic ventricular tachycardias are idiopathic and that radiofrequency catheter ablation is an effective treatment method. Our study aims to present the early and late follow-up results of our cases diagnosed with idiopathic left ventricular tachycardia and treated with radiofrequency catheter ablation.
Materials and Methods: Eighteen consecutive patients with idiopathic left ventricular tachycardia treated with radiofrequency catheter ablation (average age 26±10 years) were enrolled in the study. None had any form of structural heart disease. The surface ECGs obtained during tachycardia displayed right bundle branch block and superior axis deviation in 14 patients, northwest axis deviation in 3 patients and inferior axis deviation in 1 patient.
Results: Ablation was performed during VT in 15 patients and sinus rhythm in 3 patients. The presystolic Purkinje potential (PPP)-QRS interval was -35±12 msn in patients with successful ablation and -10±6 msn in patients with unsuccessful ablation attempts (p<0.001). Presence of middiastolic potentials, endocardial activation timing and 12:12 pace map match were not significantly different between successful and unsuccessful ablation attempts. The successful site of ablation in the left ventricle was the mid-inferior septum in 13 cases, apical inferior septum in 4 cases and basal anterior septum in 1 case. There was no recurrence in any patient during the mean follow-up period of 22±16 months without antiarrhythmic therapy.
Conclusion: RF catheter ablation is an effective treatment option in idiopathic left ventricular tachycardias. Prediction of successful ablation sites is best accomplished by presence of early PPP.
Key Words: ventricular tachycardia, radiofrequency catheter ablation, purkinje potential.

Hematokritin Diyastolik Fonksiyonlar Üzerine Olan
Etkisi: Doppler Ekokardiyografik Bir Çalışma

Doç.Dr. Mehmet UZUN*, Yrd.Doç.Dr. Oben BAYSAN*, Yrd.Doç.Dr. Mehmet YOKUŞOĞLU*,
Prof.Dr. Celal GENÇ*, Doç.Dr. Kürşad ERİNÇ*, Doç.Dr. Cemal SAĞ*, Dr. Fethi KILIÇASLAN**,
Prof.Dr. Hayrettin KARAEREN*, Prof.Dr. Ersoy IŞIK*

*GATA Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara
**600 Yataklı Mevki Asker Hastanesi, Ankara

ÖZET

Amaç: Diyastolik fonksiyonlar üzerine kanın akışkanlık özelliklerini belirleyen faktörlerin etkisi açık olarak ortaya konmamıştır. Bu çalışmada kanın akışkanlık özelliğini etkileyen en önemli faktörlerden biri olan hematokrit düzeyi ve sol ventrikül diyastolik fonksiyonları arasındaki etkileşimin ortaya konmasına çalışılmıştır.
Yöntem: Çalışmaya alınan 185 sağlıklı bireyde (93 erkek yaş ortalaması: 48±6 yıl ve 92 kadın yaş ortalaması: 49±7 yıl) ekokardiyografik incelemede standart ölçümlerin yanında diyastolik parametreler (E, E iniş zamanı, A, E/A oranı, izovolemik gevşeme zamanı ve pulmoner ven sistolik/diyastolik oranı) ölçüldü. Erkek ve kadınlarda ayrı ayrı olmak üzere hematokrit değerlerinin ortalaması ve standart sapması elde edildikten sonra her bir bireyin hematokrit değerinin ortalamadan ne kadar sapma gösterdiği belirlendi. Hastalar ortalamadan sapma miktarlarına göre düşük, düşük normal, yüksek normal ve yüksek hematokrit grubu olmak üzere dört gruba ayrıldı. Farklı parametrelerin karşılaştırmalarında korelasyon testi, gruplar arası karşılaştırmalarda Mann-Whitney U testi, kategorik değişkenlerde ki kare testi, dört grubun karşılaştırılmalarında Kruskal-Wallis testi kullanıldı. Hematokritin parametrelere etkisinin kan basıncına ve sol ventrikül kitlesine göre düzeltilmesi için Multivariate analiz uygulandı.
Bulgular: Mitral E değeri yalnızca DNH ve YNH grupları arasında farklı idi. Mitral A değeri DNH grubundan itibaren ilerleyici bir artma gösterirken E/A oranı ise tersine azalma göstermekteydi. Pulmoner S/D oranı yalnızca YNH grubunda anlamlı olarak daha azdı. Mitral E iniş zamanı ve izovolumetrik gevşeme zamanı DNH grubundan itibaren ilerleyici bir artma göstermekteydi. Stepwise Multivariate analize göre arteriyel kan basıncı ve ve hematokritten sapma değerleri mitral E/A ile bağımsız anlamlı ilişki göstermekteydi.
Sonuç: Diyastolik fonksiyonlar üzerine etkili diğer faktörlerin yokluğunda hematokrit düzeyindeki artışla beraber ile diyastolik parametrelerde bozulma meydana gelmektedir.
Anahtar Kelimeler: Hematokrit, Diyastolik fonksiyon, Doppler ekokardiyografi

SUMMARY

The İmpact of Hematocrit on Diastolic Functions: A Doppler Echocardiographic Study
Aim: The effects of blood rheology on left ventricular diastolic functions are not clear. In this study, we principally aimed at the relation between hematocrit as a major determinant of blood viscocity and left ventricular diastolic function.
Materials and Methods: Echocardiographic examination was performed on 185 healthy subjects (93 men mean age: 48±6 year and 92 women mean age: 49±7 year) and in addition to standard measurements, diastolic flow parameters (E wave, E deceleration time, A wave, E/A ratio, isovolemic relaxation time and pulmonary vein systolic/diastolic wave ratio) were measured. Hematocrit mean±SD values were obtained in both sex. The deviation from mean hematocrit value was calculated for each case. According to this calculation, the patients stratified into four distinct groups: low hematoctrit group, low-normal hematocrit group, high-normal hematocrit group and high hematocrit group. The correlation test, Mann-Whitney U test, Kruskal-Wallis test and the chi-square test were used in comparisons. Multilinear regression analysis was also used to assess the effects of hematocrit on diastolic parameters in relation to blood pressure and left ventricular mass.
Results: Mitral E value showed difference between low-normal and high-normal groups. Although there was progressive increase in mitral A value beginning from low hematocrit group, we determined progressively decreasing E/A ratio. Pulmonary vein S/D ratio was also showed decreasing values but this could reach statistical significance only in high-normal hematocrit group. Increased Mitral E deceleration time and isovolemic relaxation time were associated with increased hematocrit. According to stepwise multivariate analysis, blood pressure and deviation of hematocrit from mean showed statistically significant independent relation with mitral E/A ratio.
Conclusion: Our findings support that, in the absence of other factors affecting diastolic functions, hematocrit level has significant effect on diastolic parameters.
Key Words: Hematocrit, Diastolic function, Doppler echocardiography

Kronik Total Oklüzyonlarda Stent İmplantasyonu ve
Balon Anjioplastinin Sol Vetrikül Sistolik Fonksiyonları
ve Fonksiyonel Kapasite Üzerine Etkisi

Uzm.Dr. Doğan ERDOĞAN*, Yrd.Doç.Dr. Mehmet ÖZAYDIN**, Prof.Dr. Yılmaz NİŞANCI***,
Prof.Dr. Faruk ERZENGİN***

*Baskent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Konya Araştırma ve Uygulama Merkezi, Kardiyoloji Bölümü, Konya
**Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Isparta
***İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul

ÖZET

Amaç: Kronik total oklüzyonlarda başarılı rekanalizasyon sonrası stent implantasyonu yalnız balon anjioplastiye nazaran restenoz oranını düşürür, reoklüzyon hızını azaltır ve sol ventrikülün hem global hem de bölgesel sistolik fonksiyonlarını düzeltir. Biz bu çalışmada, kronik total oklüzyonlu hastalarda yalnız anjioplasti ile anjioplastiye ek olarak stent implantasyonunun sol ventrikülün global ve bölgesel sistolik fonksiyonları ve fonksiyonel kapasite üzerine olan etkisini karşılaştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışma, herhangi bir koroner arterinde kronik total oklüzyonu bulunan ve başarılı PTKA (n: 31, 4 kadın, ortalama yaş 49.8±9.6) ya da stent (n: 36, 5 kadın, ortalama yaş 52.6±11.3) uygulanan 67 hastadan oluşturuldu.
Bulgular: Stent grubunda, işlem öncesi sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ortalama 60.8±13.4 iken, işlem sonrası 64.6±13.4 bulundu ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamı idi (p=0.002). Aynı olumlu etki bölgesel sistolik fonksiyonlarda da gözlendi (sırasıyla 2.77±1.4, 2.27±1.4, p<0.001). İşlem öncesi hastaların fonksiyonel kapasitesi ortalama 3.6±0.8 iken, işlem sonrası anlamlı bir iyileşme olduğu saptandı (2.02, p<0.001). Bu anlamlı etkiler PTKA grubunda gözlenmedi.
Sonuç: Sonuç olarak, kronik total koroner arter oklüzyonlu hastalarda stent uygulamasını takiben 6. ayda sol ventrikülün hem global hem de bölgesel sistolik fonksiyonlarında anlamlı bir düzelme olduğunu ve fonksiyonel kapasitenin anlamlı olarak iyileştiğini tespit ettik. Ancak, aynı olumlu etkileri yalnız PTKA uygulanan hastalarda gözlemedik.
Anahtar Kelimeler: Kronik total oklüzyon, İntrakoroner stent, Sol ventrikül sistolik fonksiyonu, Fonksiyonel kapasite.

SUMMARY

The Effects of Angioplasty plus Stent Implantation and Balloon Angioplasty Alone on Left Ventricular Systolic Functions and Functional Capacity in Patients with Chronic Total Occlusion
Aim: Coronary stent implantation after successful balloon angioplasty of chronic total coronary artery occlusion decreases restenosis rate, increases the period to restenosis, and improves both regional and global left ventricular systolic functions more significantly than percutaneous transluminal coronary angioplasty (PTCA) alone.
In the present study, we aimed to compare the effects of angioplasty plus stent implantation with PTCA alone on regional and global left ventricular systolic functions, and functional capacity in patients with chronic total occlusion.
Material and Methods: The study group consisted of 31 patients undergoing successful PTCA (4 female, mean age 49.8±9.6), and 36 patients undergoing PTCA plus stent implantation (5 female, mean age 52.6±11.3) who had chronic total occlusion in one of the three coronary arteries.
Results: In the PTCA plus stent group, left ventricular ejection fraction significantly improved 6 months after the procedure (60.8±13.4 vs. 64.6±13.4, p=0.002). Similar beneficial effect was observed in regional left ventricular systolic function (2.77±1.4 vs. 2.27±1.4, p<0.001) and functional capacity (3.6±0.8 vs. 2.02, p<0.001), but these beneficial effects were not observed in PTCA group.
Conclusion: As a result, in patients with chronic total occlusion, regional and global left ventricular systolic functions, and functional capacity have significantly improved 6 months after PTCA plus stent implantation, but not following PTCA alone.
Key Words: Chronic total occlussion, intracoronary stenting, left ventricular systolic function, functional capacity

Rilmenidin ve Lisinoprilin Sol Ventrikül Hipertrofisine
Etkisinin Karşılaştırılması

Yrd.Doç.Dr. Oben BAYSAN*, Doç.Dr. Kürşad ERİNÇ*, Doç.Dr. Mehmet UZUN*,
Yrd.Doç.Dr. Mehmet YOKUŞOĞLU*, Uzm.Dr. Fethi KILIÇASLAN**, Doç.Dr. Cemal SAĞ*,
Prof.Dr. Hayrettin KARAEREN*, Prof.Dr. Celal GENÇ*, Prof.Dr. Ersoy IŞIK*

*Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara
**600 Yataklı Mevki Asker Hastanesi, Ankara

ÖZET

Amaç: Antihipertansif ilaçların arteryel kan basıncını (AKB) düşürmeleri yanında hedef organ hasarlarını da önlemesi ve geriletmesi beklenir. Bu çalışmada lisinopril ve rilmenidinin sol ventrikül hipertrofisini geriletici etkileri karşılaştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya GATA Kardiyoloji Kliniğinde tekrarlanan 3 ölçümde sistolik kan basıncının³ 140 mmHg ve/veya diyastolik kan basıncının ?90 mmHg olduğu orta-hafif hipertansiyonlu 38 hasta (ort yaş: 56±8) alındı. İlk 19 hastaya lisinopril, ikinci 19 hastaya rilmenidin başlandı. Sol ventrikül kitlesinin hesaplanmasında Penn formülü kullanıldı. Lisinopril grubundaki 4 hasta yan etki (3 öksürük; 1 allerjik reaksiyon) nedeniyle; rilmenidin grubundaki 3 hasta da tedaviye uyum göstermediklerinden çalışma dışında bırakıldı. Başlangıç ve üç ay sonraki sürekli değişkenler Student's t testi ile karşılaştırıldı. P değerinin <0.05 olması anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Ambulatuvar kan basıncı ile hesaplanan ortalama kan basıncı her iki grupta da azalma gösterdi. Azalma miktarı rilmenidin grubunda daha fazla idi. Her iki grupta da tedavi öncesi ve sonrası karşılaştırıldığında interventriküler septal kalınlık, arka duvar kalınlığı ve sol ventrikül kitlesinin anlamlı azalma gösterdiği saptandı. Arka duvar kalınlığı rilmenidine grubunda daha fazla azalırken sol ventrikül kitle indeksi her iki grupta da benzer azalma gösterdi (Rilmenidin grubunda 187±34 gr/m2 den 179±31 gr/m2'ye; lisinopril grubunda 199±28 gr/m2'den, 191±27 gr/m2'ye azaldı; p<0.05) (Rilmenidin grubunda % 4.3 azalmaya karşın lisinopril grubunda da % 4 azalma, p>0.05).
Sonuç: Sonuç olarak, rilmenidinle lisinopril arasında sol ventrikül hipertrofisini geriletme açısından fark olmadığı saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Rilmenidin, Lisinopril, Sol ventrikül hipertrofisi

SUMMARY

Comparison of Effects of Rilmenidine and Lisinopril on Left Ventricular Hypertrophy
Aim:
Antihypertensive agents are expected to regress and prevent end organ damage, besides their effect of lowering arterial blood pressure. In this study, the regressing effects of rilmenidine and lisinopril on left ventricular hypertrophy were compared.
Material and Method: Thirty-eight patients (Mean age: 56±8) with mild to moderate hypertension in whom diagnosis of hypertension was accepted as systolic blood pressure³ 140 mmHg and/or diastolic blood pressure³ 90 mmHg on three repetitive measurements. Of these, first 19 patients were chosen to take lisinopril while the second ones rilmenidine. Continous variables in the beginning and the third month were compared with Student's t test. P<0.05 was considered significant.
Results: Four patients of the lisinopril group because of the side effects such as cough and allergic reactions and 3 patients of the rilmenidine group because of maladjustment were excluded. So, the statistical analysis was performed in 15 patients of lisinopril group and 16 patients of the rilmenidine group. Mean blood pressure analyzed with ambulatory blood pressure monitoring decreased in both groups. The decrement was higher in the rilmenidine group. Interventricular septum, left ventricle posterior wall diastolic thickness and left ventricular mass showed statistically significant differences when compared at the beginning and the end of the treatment. Similar regression of left ventricular mass index was observed in both groups ( Rilmenidine group: from 187±34 gr/m2 to 179±31 gr/m2, lisinopril group: from 199±28 gr/m2 to 191±27 gr/m2; p>0.05) (Rilmenidine group 4.3% decrease vs lisinopril group 4% decrease, p>0.05).
Conclusion: In conclusion, left ventricular hypertrophy regressed with rilmenidin in equivalent rate with lisinopril.
Key Words: Rilmenidine, Lisinopril, Left ventricular hypertrophy

Primer PTCA Sonrası Gelişen Sakküler Psödoanevrizma
ve PTFE Greft Kaplı Stent ile Tedavisi

Doç.Dr. Hürkan KURŞAKLIOĞLU, Doç.Dr. Atila İYİSOY, Yrd.Doç.Dr. Turgay ÇELİK,
Doç.Dr. Sedat KÖSE, Uzm.Dr. Basri AMASYALI, Doç.Dr. Nadir BARINDIK, Prof.Dr. Ersoy IŞIK

GATA Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara

ÖZET

Bu yazıda primer PTCA sonrası gelişen bir sakküler psödoanevrizma olgusu sunulmaktadır. Akut inferior miyokard infarktüsü tanısıyla sağ koroner artere primer PTCA uygulanan 53 yaşındaki erkek hastada işlemden 3 ay sonra işlem bölgesinde ciddi restenoz ve bu bölgede gelişmiş sakküler psödoanevrizma saptandı. Psödoanevrizma politetrafloroetilen (PTFE) greft kaplı stent uygulamasıyla tedavi edildi.
Anahtar Kelimeler: Koroner psödoanevrizma, Primer PTCA, PTFE greft kaplı stent

SUMMARY

A Case of Saccular Pseudoaneurysm after Primary PTCA and Treated with a PTFE-Covered Stent
In this report, we present a case of saccular pseudoaneurysm which occurred after primary PTCA. In a 53-year old male patient who underwent primary PTCA to the right coronary artery because of acute inferior myocardial infarction, his coronary angiography revealed a saccular aneurysm and severe restenosis at the PTCA site after three months. Pseudoaneurysm was successfully treated with a polytetrafluoroethylene (PTFE) covered stent.
Key Words: Coronary pseudoaneurysm, Primary PTCA, PTFE-covered stent 

Rüptüre Olmamış Dev Sol Ventrikül Psödoanevrizması

Arş.Gör.Dr. Gürkan ACAR, Arş.Gör.Dr. Yasin TÜRKER, Arş.Gör.Dr. Selahattin AKÇAY,
Doç.Dr. Abdullah DOĞAN

Süleyman Demirel Üniversitesi, Şevket Demirel Kalp Merkezi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Isparta

ÖZET

Psödoanevrizma, miyokard infarktüsü sonrası meydana gelen mekanik komplikasyonlardan biridir. Bu olgu sunumunda, sol ventrikülografi sırasında rastlantısal olarak saptanan rüptüre olmamış büyük psödoanevrizmalı bir hastayı sunduk.
Anahtar Kelimeler: Miyokard infarktüsü, Sol ventrikül, Psödoanevrizma

SUMMARY

Unruptured Large Left Ventricular Pseudoaneurysm
Pseudoaneurysm is one of the mechanical complication occuring due to myocardial infarction. In this case report, we presented a patient who had unruptured large pseudoaneurysm which is identified incidentally during the left ventriculography.
Key Words: Myocardial infarction, Left ventricle, Pseudoaneurysm

Karadeniz Delibal'ı Yenmesi Sonrası Kardiyak Arrest
Gelişen Bir Hasta

Uzm.Dr. Davran ÇİÇEK*, Uzm.Dr. Fatih TEKİNER**, Doç.Dr. Kani GEMİCİ**

*Özel Silivri Millet Hastanesi, İstanbul
**Memorial Hastanesi, İstanbul

ÖZET

Özellikle Karadeniz bölgesinde "delibal" olarak bilinen ve dünyada birçok ülkede üretimi ve tüketimi bulunan bu balda bulunan, Rhododendron ponticum isimli nektarın, ağır bradikardi ve hipotansiyon yaptığı bilinmektedir. Bu bal Türkiye'nin kuzey bölgelerinde Rhododendron cinsi bitkilerin iki üyesi olan R. Luteum ve R. Ponticum'den üretilmektedir. Grayanotoxin I, diğer adıyla andromedotoxin yalnızca Ericaceae bitkileri tarafından oluşturulmaktadır ve toksikasyondan sorumlu içerik olarak kabul edilmektedir. Tipik zehirlenme semptomları genellikle gastointestinal olup bazen yaşamı tehdit eden ağır bradikardi ve hipotansiyon gelişebilmektedir. Biz de kliniğimize, kardiyak arrest ile yatırılıp resusitasyon sonrası yaşama dönen, anamnezinde aynı gün içersinde fazla miktarda Karadeniz Bal'ı yiyen bir hastayı sunduk. Karadeniz Bal'ı (delibal) zehirlenmesi oldukça nadir olmakla beraber erken farkedilip müdahale edilmezse ölümcül bir tabloya dönüşebileceği akılda tutulması gereken bir durumdur.
Anahtar Kelimeler: Karadeniz balı, Andromedotoxin, Rhododendron ponticum

SUMMARY

A Patient with Cardiac Arrest after Eating Black Sea's Mad Honey
The honey which is known as the 'mad honey' especially in the Karadeniz region is also produced and consumed in most of the countries and contains Rhododendron ponticum nectar, which is known to cause severe bradycardia and hypotension. This honey is produced by Rhododendron species R. luteum and R. ponticum in the northern regions of Turkey. Grayanotoxin I also known as andromedotoxin, is only produced by Ericaceae plants and thought to be the compound which is responsible for the poisoning. Typical toxication symptoms are gastrointestinal and sometimes may cause life-threatening severe bradycardia and hypotension. Here we present a patient attended to our clinic and survivas by resusitation after cardiac arrest who had ingestion too much mad honey in the same day. Although the Black Sea Honey (Mad Honey) toxication is very rare, it is a situation to keep in mind that if it is not treated by early diagnosis it can turn into a mortal state
Key Words: Black sea honey, Andromedotoxin, Rhododendron ponticum

 

Metabolik Sendrom: Önemi ve Tedavisi

Uzm.Dr. Nazmiye ÇAKMAK, Doç.Dr. Neşe ÇAM

Dr. Siyami Ersek Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Merkezi, Kardiyoloji Bölümü, İstanbul

ÖZET

Her biri koroner kalp hastalığı (KKH) riskini artıran abdominal obezite, aterojenik dislipidemi, artmış kan basıncı ve insülin direncinden meydana gelen metabolik sendrom (MS), tüm dünyada giderek artan bir halk sağlığı sorunudur. NCEP kılavuzunun ATP III revizyonuna uygun bir şekilde beş unsurdan üçünün varlığı ile tanı konan MS, toplumumuzda 30 yaş üzerindeki erkek bireylerin %31'inde ve kadın bireylerin %43'ünde olmak üzere toplam 9.2 milyon erişkinimizde mevcuttur. Her 8 erişkinimizin 3'ünde MS var olup, her 6 erişkinimizin 1'i KKH için yüksek riske sahiptir. TEKHARF çalışması veritabanına göre KKH gelişiminin %53'ünden sorumlu tutulan MS, Türk toplumu için de oldukça önemli bir problemdir. Bu derlemede MS fizyopatolojisine kısaca değinilmiş, MS unsurlarının ve tedavi seçeneklerinin koroner kalp hastalığına olan etkileri klinik çalışmalar ışığında gözden geçirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Metabolik sendrom, Koroner kalp hastalığı

SUMMARY

Metabolic Syndrome: Importance and Treatment
Metabolic syndrome (MS) is a public health problem which is becoming increasingly common worlwide. Factors characteristic of the MS are abdominal obesity, atherogenic dyslipidemia, high blood pressure and insulin resistance. Each factor is associated with increased risk for coronary heart disease (CHD). MS was defined in conformity with that proposed in the NCEP ATP III guidelines, namely in the presence of 3 out of 5 relevant components. This syndrome was identified in Turkish population in 31% of men and 43% of women with a total of 9.2 million adults. MS existed in 3 out of each 8 adults and 1 out of 6 adults have high risk for CHD. According to TEKHARF study, metabolic syndrome was present in 53% of patients with established CHD so metabolic syndrome is an important public health problem in Turkish people. In this review, the pathophysiology of the MS is summarized and effects of both the components and the treatment options of MS on coronary heart disease are reviewed with reference to clinical trials.
Key Words: Metabolic syndrome, Coronary heart disease