Primer Perkütan Girişim Uygulanan Akut ST-Elevasyonlu Miyokard İnfarktüslü Hastalarda Clopidogrel Rezistansının ve Doz Artışına Rağmen Devam Etmesinin Kardiyovasküler Olaylar ile İlişkisi

Uzm.Dr. Dilaver ÖZ, Uzm.Dr. Esra POYRAZ, Uzm.Dr. Hüseyin AKSU, Uzm.Dr. Hakan HASDEMİR, Uzm.Dr. Hatice BETÜL ERER, Uzm.Dr. Şükrü AKSOY, Doç.Dr. Ahmet NARİN

Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul

Özet

Amaç: Primer perkütan girişim uygulanan akut ST-elevasyonlu miyokard infarktüslü hastalarda Clopidogrel rezistansının ve doz artışına rağmen devam etmesinin kardiyovasküler olaylar ile ilişkisini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Clopidogrelin antiplatelet etkileri, akut ST Segment elevasyonlu miyokard infarktüsü için primer anjioplasti ve stentlemeye maruz kalan 100 hastada clopidogrele yanıttaki çeşitliliğin klinik sonuçları etkileyip etkilemediğini araştırmak için prospektif olarak çalışıldı. Hastalar ADP ‘nin neden olduğu platelet agregasyonundaki azalmaya göre 3 gruba ayrıldı. Birinci grup, başlangıç clopidorel rezistansına (CR) sahip değildi. İkinci grup başlangıç clopidogrel reziztansına sahipti. Fakat clopidogrelin artan dozu sonrasında CR azaldı. Üçüncü grupta CR, clopidgrelin artmış dozuna rağmen hala devam etti.
Bulgular: Hastane içi stent-içi tromboz gelişimi ile başlangıçta CR olması arasında zayıf bir ilişki (r=0,218, p=0,018) bulunurken, CR’nin devam etmesi arasında ise orta derecede bir ilişki tespit edildi (r=0,544, p<0,0001). Başlangıçta CR’si olmayanlar (n=75), başlangıçta CR’si var iken yüksek doz clopidogrel kullanımı ile 6-8 ay kontrolünde CR’si azalan (n=18) ve CR’si 6-8 ayda devam eden üç grup için Kaplan Meier sağ kalım analizi uygulandığında, ölüm (χ2 2,340, log-rank p=0,310), CVO (χ2 0,629, log-rank p=0,730) ve MKO (χ2 4,440, log-rank p=0,109) açısından fark izlenmezken reküran MI (χ2 18,612, log-rank p<0,0001) ve revaskülarizasyon (χ2 9,064, log-rank p=0,730) açısından anlamlı fark bulundu. Yapılan ikili karşılaştırmalarda ölüm ve CVO için gruplar arasında hiçbir anlamlı fark bulunmadı. Ancak clopidogrel’e başlangıçta yeterli yanıt verilenlerle yüksek doza rağmen CR devam edenler arasında reküran MI (log-rank p<0,004) ve revaskülarizasyon (χ2 9,064, log-rank p<0,0001) açısından anlamlı fark vardı. MKO için gruplar karşılaştırıldığında anlamlı fark sadece bu iki grup arasında ortaya çıktı (log-rank p=0,038).
Başlangıçta CR bulunup yüksek clopidogrel dozuyla 6-8 ayda CR‘si azalanlar arasında fark sadece revaskülarizasyonda istatistiksel anlama yaklaştı (log-rank p=0,054). Gruplar arası karşılaştırmada clopidogrel’e başlangıçta yeterli yanıt verilenlerle, başlangıçta CR bulunup yüksek clopidogrel dozuyla 6-8 ayda yeterli yanıt alınanlar arasında ölüm, Majör kardiyak olay, revaskülarizasyon, CVO ve reküran MI için fark bulunmadı.
Sonuç: Hastane içi stent-içi trombozları ve tekrarlayan miyokard infarktüsü, başlangıç CR’si olmayan ve CR’si azalan grupta, CR’si doz artışına rağmen devam eden gruptan belirgin olarak daha düşüktü.
Anahtar Kelimeler: Clopidogrel, Perkütan koroner girişim, Rezistans

In Patients with Acute Myocardial Infarction in Whom Undergoing Primary Percutaneous Coronary Intervention Relation with Cardiovasculary Events of Clopidogrel Resistance and its Going on Despite Dose Increasment

Summary

Aim: It was performed to evaluate relation with cardiovascular events of clopidogrel resistance and its going on despite dose increasment
Material and Method: The antiplatelet effect of clopidogrel was studied prospectively in 100 Consecutive patients who underwent primary anjioplasty (percutaneous coronary intervention (PCI) with stenting for acute ST- segment elevation myocardial infarction (STEMI) to determine whether variability in response to clopidogrel affects clinical outcomes patients were stratified into 3 groups according to the reduction of ADP- induced platelet aggregation. The first group had no clopidogrel resistance. The second group had initial clopidogrel resistance (CR). But CR decreased after increased dose of clopidogrel. CR still continued in third group despite of increased dose of clopidogrel.
Results: As poor relation was found betweeen development of in hospital in stent thrombosis and initial CR existing (r=0.218, p=0.018), but a moderate degree relation was found in the case of CR going on (r=0.544, p<0.0001). Kaplan Meier survival analysis was performed for three groups; patients without initial CR (n=75) and patients with initial CR in whom CR was decreased with the use of high dose of clopidogrel within 6-8 months (n=18) and patients with going on CR within 6-8 moths (n=7). There was no difference for death (χ22.340, log-rank p=0.310), CVO (χ20.629, log-rank p=0.730) and majör adverse cardiovascular event(MACE) (χ2 4.440, log-rank p=0.109) but there was a significant difference for recurrent MI (χ218.612, log-rank p<0.0001) and revascularization (χ2 9.064, logrank p=0.730). There wasn’t any significant difference for CVO and death in acommited binary comparions. However there was a significant difference for recurrent MI (log-rank p<0.004) and revascularization (χ2 9.064, log-rank p<0.0001) betweenpatients without initial CR and Patients with on going CR despite high dose.When compaired for MACE a significant difference was occured amoung only these two grops (log-rank p=0.038). In patients with initial CR in whom CR was decreased with in 6-8 months with the high dose of clopidogrel, difference approached statistical point only in revascularization (log-rank p=0.054). In the intergroup comparison; there weren’t any difference for death, MACE, revascularization, CVO and recurrent MI between patients with initial CR im whom CR was decreased within 6-8 months with high dose of clopidogrel
Conclusions: In - hospital in- stent thrombosis and recurrent myocardial infarction (MI) were significantly lower in patients without initial CR and with reduced CR than patients with going on CR despite of increased dose of clopidogrel. But there was no difference for death and cerebrovascular event (CVO) among the groups.
Key Words: Clopidogrel, Percutaneous coronay intervention, Resistance

Primer Perkütan Koroner Girişim Yapılan Akut Miyokard Enfarktüsü Hastalarında QRS Süresi-Miyokardiyal Perfüzyon İlişkisi

Dr. Kumral ERGÜN ÇAĞLI**, Dr. Nihat ŞEN*, Dr. Selçuk KANAT**, Dr. Ahmet İŞLEYEN**, Dr. Nurcan BAŞAR**, Dr. Osman TURAK**, Dr. Abdülkadir YILDIZ**, Dr. Muhammet CEBECİ**

* Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, Hatay
** Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kardiyoloji Kliniği, Ankara

Özet

Amaç: Dal bloğu olmayan akut ST-segment elevasyonlu miyokard enfarktüsü (STEMI) hastalarında, başarılı primer perkütan koroner girişimden (PKG) sonra QRS süresindeki değişimi incelemek ve QRS süresindeki değişimin miyokardiyal perfüzyon belirteçleri ve hastane içi major istenmeyen olaylarla ilişkisini değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Akut STEMI nedeniyle semptomlarının ilk 12 saatinde başarılı primer PKG yapılan 47 ardışık hasta (39 erkek, ortalama yaş 57,6±12,6yıl) çalışmaya dahil edildi. Her hastadan bazal ve PKG’den 90 dakika sonra 12-derivasyonlu yüzey elektrokardiyogramı alındı ve QRS süresi ve >%70 STsegment rezolüsyonu açısından analiz edildi. TIMI miyokardiyal boyanma derecesi (MBD) ve hastaneiçi istenmeyen olaylar her hastada değerlendirildi.
Bulgular: Ortalama QRS süresi PKG’den sonra anlamlı olacak şekilde kısalmıştır (91,8±9,8msn’ye karşı 89,5±9,6 msn, p<0,0001). Regresyon analizinde QRS süresindeki değişim MBD’nin bağımsız prediktörü olarak bulunmuştur (OR 1,704 (%95 CI 1.210-2.401), p=0,002). Kötü MBD’si olan hastalarda (MBD 0-1, n=23) iyi MBD’si olan hastalara (MBD 2-3, n=27) göre QRS süresindeki kısalmanın boyutu daha azdır (sırasıyla 1±2,5msn’ye karşı 3,6±2,9msn, p=0,001). QRS süresindeki değişim veya MBD hastane-içi major istenmeyen olaylarla ilişkili bulunmamıştır.
Sonuç: Akut ST-elevasyonlu miyokard enfarktüsünde primer perkütan koroner girişim QRS süresinde kısalmaya neden olmaktadır. QRS süresindeki değişim miyokardiyal boyanma derecesi ile ilişkilidir.
Anahtar Kelimeler: QRS süresi, Miyokardiyal boyanma derecesi, ST-segment elevasyonlu miyokard enfarktüsü

Relationship Between QRS Duration and Myocardial Perfusion in Patients with Acute Myocardial Infarction Undergoing Primary Percutaneous Coronary Intervention

Summary

Aim: To examine the change in QRS durations after successful primary percutaneous coronary intervention (PCI) in acute ST-segment elevation myocardial infarction (STEMI) patients without bundle branch block and to find out whether change in QRS durations is associated with the markers of myocardial perfusion and with in-hospital adverse events.
Material and Method: Forty-seven consecutive patients with acute STEMI (39 male, mean age 57.6±12.6years) who underwent successful primary PCI within 12-hours of symptoms were included into the study. A 12-leads surface electrocardiogram (ECG) was obtained at baseline and 90 minutes after PCI, and analyzed for QRS duration and >70%ST-segment resolution. TIMI myocardial blush grade (MBG) and in-hospital major adverse events were assessed in each patient.
Results: Mean QRS duration was shortened significantly after PCI (91.8±9.8msn vs. 89.5±9.6 msn, p<0.0001). In regression analysis, change in QRS durations was found to be an independent predictor of MBG (OR 1.704 (%95 CI 1.210-2.401), p=0.002). In patients with poor MBG (MBG 0-1, n=23), magnitude of change in QRS duration was significantly lower than in patients with good MBG (MBG 2-3, n=24) (1±2.5msn vs. 3.6±2.9msn, p=0.001, respectively). Neither change in QRS durations nor MBG was associated with in-hospital major adverse events.
Conclusion: Primary percutaneous coronary intervention results in shortening of the QRS duration in acute STEMI patients. The change in QRS duration is significantly associated with myocardial blush grade.
Key Word: QRS duration, Myocardial blush grade, ST - segment elevation myocardial infarction

Wilkins Skoru Yüksek Mitral Darlıklı Hastalarda Perkütan Mitral Balon Valvüloplasti Deneyimlerimiz

Yrd.Doç.Dr. Murat YÜCE, Doç.Dr. Vedat DAVUTOĞLU, Dr. Adnan DOĞAN, Yrd.Doç.Dr. Orhan ÖZER, Dr. Musa ÇAKICI, Doç.Dr. İbrahim SARI, Dr. Hayri ALICI, Dr. Fethi YAVUZ, Prof.Dr. Mehmet AKSOY

Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, Gaziantep

Özet

Amaç: Romatizmal mitral darlığı olan semptomatik hastalarda perkütan mitral balon valvüloplasti (PMBV) yönteminin Wilkins skoru 8 ve üzeri olan hasta grubunda etkinliği, uzun dönem takip sonuçları ve komplikasyonları değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem: PMBV yapılan semptomatik (NYHA 2-4) mitral darlığı (kapak alanı ≤1,6 cm²) olan veWilkins skoru 8 ve üzeri olan 94 hasta (12 erkek, 82 kadın; ortalama yaş: 36,7±10,6; dağılım 15-65) değerlendirmeye alındı. Tüm hastalar klinik, ekokardiyografik parametreler ve komplikasyonlar yönünden değerlendirilerek, işlem öncesi, 1. ay kontrol ve uzun dönem sonuçları ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Ortalama Wilkins skoru 8,68 ± 1,1 (dağılım 8-12) olarak saptandı. Hastalar ortalama 9-19 ay takip edildiler. İşlem sonrası yapılan ekokardiyografi kontrollerinde mitral kapak alanında anlamlı artış izlendi (sırasıyla 1,18 cm², 1,97 cm² 1,9 cm²), kapak gradienti (sırasıyla 17,04 mmHg, 6,47 mmHg, 9,1 mmHg) ve sistolik pulmoner arter basıncında (sırasıyla 49,5 mmHg, 28,4 mmHg, 30,4 mmHg) anlamlı azalma saptandı. İşlem başarısı tüm vaka populasyonu için % 89,4 olarak hesaplandı. Üç hastada ileri mitral yetersizliği, bir hastada aort hasarı, 2 hastada minimal perikardiyal effüzyon, bir hastada perikardiyal tamponat gelişti.
Sonuç: PMBV,Wilkins skoru yüksek hastalarda bile başarıyla uygulanabilmektedir. Komplikasyon oranı düşük, işlem başarısı yüksek, hastaneye yatış süresi kısa olup kapalı valvulotomi ve kapak replasmanına iyi bir alternatif olarak görülmektedir.
Anahtar Kelimer: Wilkins skoru yüksek mitral darlığı, Perkütan mitral balon valvüloplasti, Takip

Our Experience of Percutaneous Mitral Balloon Valvuloplasty in Mitral Stenotic Patients with High Wilkins Score

Summary

Aim: We aimed to investigate efficiency, long term follow-up and complications of percutaneous mitral balloon valvuloplasty (PMBV) in patients with symptomathic rheumatic mitral stenosis and high Wilkins score.
Material and Method: 94 patients (12 men, 82 women; mean age: 36.7±10.6; range 15-65) with symptomathic mitral stenosis (NYHA 2-4, valve area of ≤1.6 cm²) and Wilkins score of ≥8 were recruited into the study.
Results: Mean Wilkins score was 8.68 ± 1.1 (range 8-12). Patients were followed-up for 9-19 months. After the procedure, mitral valve area increased (from 1.18 cm² to 1.97 cm²), mean gradient decreased (from 17.04 mmHg to 6.47 mmHg) and systolic pulmonary artery pressure decreased (from 49.5 mmHg to 28.4 mmHg). Overall procedural success was 89.4%. Severe mitral regurgitation developed in 3 patients, aortic injury occured in 1 patient, minimal pericardial effusion developed in 2 patients and pericardial tamponade developed in 1 patient.
Conclusion: PMBV can be succesfully applied even in patients with highWilkins score. It is a good alternative to surgery with low complication rate, high procedural success and short hospitalization requirement.
Key Word: Percutaneous mitral balloon valvuloplasty, Mitral stenosis of high wilkins score, Follow-up

Brugada Sendromu Öntanısı ile Değerlendirilen Hastaların Elektrokardiografik ve Klinik Özellikleri: Tanısal Değerlendirmenin Önemi

Uzm.Dr. Farid ALİYEV, Doç.Dr. Cengizhan TÜRKOĞLU, Prof.Dr. Cengiz ÇELİKER, Uzm.Dr. Işıl UZUNHASAN

Istanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul

Özet

Amaç: Bu çalışmada Brugada sendromu tanısı veya öntanısı ile hastanemize başvuran ve/veya sevk edilen hastaların arasında gerçek Brugada sendromu olanların sıklığı ve alternatif tanılarının ve tanıyı koyan hekimlerin branşlar arası tanısal doğruluk oranlarının tanımlanması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Brugada sendromu öntanısı ile dış merkezlerden sevk edilen veya tanıları konan ve merkezimize başvuran hastalar değerlendirilmeye alınmıştır. Bütün hastaların anamnezi ve 12 derivasyonlu elektrokardiogramları değerlendirildikten sonra, gerekli girişimsel ve girişimsel olmayan tetkikler (propafenon ile provokasyon dahil) yapıldı. Ayrıca hastaları sevk eden hekimlerim branşları da kaydedildi.
Bulgular: Şubat 2007 ile şubat 2008 tarihleri arasında, toplam 12 hasta Brugada sendromu öntanısı ile hastanemize başvurdu (10 erkek, 2 bayan, ortalama yaş 37±11). Hastaları sevk eden/tanı koyan 9 hekimden 6’sının kardiyoloji uzmanı, 3’nün ise kardiyoloji uzmanlık öğrencisi olduğu saptandı. Kardiyoloji uzmanlarından ancak ikisinin doğru tanıyı koyduğu, kardiyoloji uzmanlık öğrencilerinden ise hiçbirinin doğru tanıyı koymadığı tespit edildi. Yapılan tetkikler sonucunda 3 hastaya Brugada sendromu tanısı kondu. Diğer 4 hasta özellik arzetmezken, 5 hastada kritik derecede koroner arter hastalığının varlığı saptandı. 1 hastaya ise yanlış Brugada sendromu tanısı ile ICD implantasyonunun yapılmış olduğu kaydedildi.
Sonuçlar: Sonuç olarak, Brugada sendromu öntanısı ile değerlendirilen hastaların %25”de hastalığın varlığı tespit edildi. Hastaların önemli bir kısmında varolan kritik düzeydeki koroner arter hastalığı elektrokardiografik olarak Brugada sendromuna benzer bulguların ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Brugada sendromu, Koroner arter hastalığı

Electrocardiographic and Clinical Features of Patients Referred with Suspected Diagnosis of Brugada Syndrome: Importance of Diagnostic Evaluation

Summary

Aim: To evaluate real frequency of Brugada syndrome in patients reffered to our hospital with suspected diagnosis of this disease.We also aimed to establish final diagnosis of these patients, to evaluate speciality and diagnostic accuracy of reffering physicians.
Material and Method: Patients reffered to our hospital with suspected diagnosis of Brugada syndrome were enrolled to the study. After evaluation of history and 12-lead electrocardiogram in all of these patients, invasive and non-invasive (including provocation test with propaphenone) diagnostic work up was performed, and specialities of refferring physicians were noted.
Results: From February 2007 to February 2008 12 patients were reffered to our hospital with suspected or established diagnosis of Brugada syndrome (10 males, 2 females, with age range of 17-65 years). These patients were reffered by 9 physicians (6 cardiologists and 3 cardiology fellows). Only two of cardiologists and none of the cardiology fellows established accurate final diagnosis of Brugada syndrome. After diagnostic evaluation we established diagnosis of Brugada syndrome in 3 patients. 4 patients were not found to have any cardiac disease, while 5 patients had critical coronary artery disease. We have also noted that one patient had undergone implantation of ICD based on the inaccurately established diagnosis of Brugada syndrome.
Conclusion: Finally, we found that only 25% of patients reffered with diagnosis of Brugada syndrome, had this disease. Electrocardiographic changes associated with presence of critical coronary artery disease in important proportion of these patients, may be confused with electrocardiographic signs of Brugada syndrome.
Key Words: Brugada syndrome, Coronary artery disease

Menopozun Normotansif Kadınlarda Sol Ventrikül Diyastolik Fonksiyonlarına Erken ve Geç Dönemde Etkisi

Yrd.Doç.Dr. Turgut KARABAĞ*, Doç.Dr. Ahmet TEMİZHAN**, Yrd.Doç.Dr. Fatih KOÇ***, Dr Salih BÜK****

* Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, Zonguldak
**Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kardiyoloji Bölümü, Ankara
***Gazi Osman Paşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, Tokat
**** Adıyaman Devlet Hastanesi, Adıyaman

ÖZET

Amaç: Bu yazıda erken ve geç dönemde, menopozun Doppler ekokardiyografiyle (EKO) tespit edilen sol ventrikül diyastolik fonksiyonlarına olan etkileri incelenmiştir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 82 kadın dahil edildi. Hastalar, grup 1; menopoza gireli 3 yıl ve daha fazla olanlar (35 kadın, yaş ortalaması 53,3±5.1), grup 2; menopoza gireli 3 yıldan az olanlar (23 kadın; yaş ortalaması 50,6±3) ile grup 3; normal adet düzenindeki kadınlar (24 kadın; yaş ortalaması 42,5±5,9) şeklinde 3 gruba ayrıldı. Hastalarda venöz kandan alınan örneklerde açlık kan şekeri, lipid paneli, lipoprotein a, değerlerine bakıldı. EKO’da Doppler ile sağ ve sol ventrikülün diyastolik fonksiyonları incelendi. Gruplar arasındaki değişkenleri değerlendirmek için tek yönlü Annova ve Krusskal Wallis testleri kullanıldı. EKO’da elden edilen değerlerin yaş ve menopoz süresi ile olan ilişkilerini değerlendirmek için Pearson’s ve Spearman korelasyon testleri kullanıldı. P<0,05 istatistiki anlamlılık için yeter kabul edildi.
Bulgular: İnterventriküler septum kalınlığı grup 1’de grup 2 ve 3’e göre yüksekti (0,99±0,08’e karşın sırasıyla 0,95±0,13, 0,91±0,13; p<0,05) Mitral E dalgası ve E/A oranı grup 1 ve grup 2’de grup 3’e göre anlamlı olarak düşüktü (sırasıyla 0,63±0,17, 0,69±0.17’e karşın 0,75±0,13 ve 0,80±0,22 ve 0,91±0,21’e karşın 1,18±0,30; p<0,05). EDZ değeri grup 1 ve 2’de grup 3’e göre yüksek olmakla beraber istatistiki anlamlılık sadece grup 1 ile 3 arasında mevcuttu (sırasıyla164±40 ve 160,3±33,4’e karşın 141±39 msn; p<0,05). Sağ ventrikülden elde edilen parametrelerde anlamlı fark saptanmadı. Grup 1 ve grup 2 de mitral yaş ve menopoz süreleri ile IVS, arka duvar, mitral EDZ arasında pozitif korelasyon, mitral E dalga ve E/A oranı ile de negatif korelasyon saptandı.
Sonuç: Menopoza girmiş kadınlarda sol ventrikül diyastolik fonksiyonlarda bozulmakta, bu bozulmalar menopoz süresi arttıkça daha ilerlemektedir.
Anahtar Kelimeler: Menopoz, Diyastolik fonksiyonlar, Menopoz süresi

Effects of Menopause on Left Ventricle Diastolic Functions in the Early and Late Period

Summary

Aim: In this article, the effects of menopause on diastolic functions obtained by Doppler echocardiography (ECHO) in the early and late period have been investigated.
Material and Method: Eighty-two women were included in the study. Patients, group 1, who were in menopause for 3 or more years (35 females, mean age 53.3 ± 5.1), group 2, patients who were in menopause less than 3 years (23 females,mean age 50.6 ± 3) and group 3, women who are in normalmenstruel cyclus ( 24 women,mean age 42.5 ± 5.9) were divided into 3 groups. After 8 hour fasting, venous blood samples were collected from patients. Fasting blood glucose, lipid panel, lipoprotein a, uric acid, fibrinogen, insulin values were measured. Diastolic functions from left and right ventricle were obtained by Doppler ECHO. Annova test was used to compare variables between the groups. Correlation of echocardiographic variables with age and menopause duration were investigated by Pearson's correlation test. P <0.05 was considered for statistical significance.
Results: Interventricular septum (IVS) thickness were higher in group 1 than 2 and group 3 (0.99 ± 0.08 vs ± 0.95, 0.13, 0.91 ± 0.13, p <0.05, respectively). Mitral E wave and E / A ratio in group 1 and group 2 were significantly lower compared with group 3 (0.63±0.17 and 0.69±0.17 vs 0.75±0.13, 0.80±0.22 and 0.91±0.21 vs 1.18±0.30; p <0.05, respectively). EDT values were higher in group 1 and group 2 compared with group 3 but statistical significance was present only between group 1 and 3 (164±40 and 160.3±33.4 vs 141±39 msn; p <0.05). There was no statistically significance was found in right ventricular parameters. There was positive correlation between IVS, posterior wall, relative wall thickness, mitral E wave deceleration time values and age - menopause duration. Also there was negative correlation between mitral E wave and E/A ratio and age - menopause duration.
Conclusion: We have found deterioration in left ventricular diastolic functions of women in menopause and this deterioration becomes more severe as the duration of menopause is increasing.
Key Words: Menopause, Diastolic functions, Menopause duration

Son Dönem Böbrek Hastalığında B Tipi Natriüretik Peptitin Kullanımı

Yrd.Doç.Dr. Yusuf SELÇOKİ*, Uzm.Dr. Burak UZ**, Uzm.Dr. Selman ÜNVERDİ***, Uzm.Dr. Ayşe ÇARLIOĞLU****, Uzm.Dr. Faruk TURGUT*****, Dr. Ömer Çağlar YILMAZ*, Prof.Dr. Beyhan ERYONUCU*

* Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, Ankara
** Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Ankara
*** Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nefroloji Kliniği, Ankara
**** Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Bilim Dalı, Ankara
***** Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı, Ankara

Özet

Amaç: Beyin natriüretik peptit (BNP) beyin ve kalp dokusunda bulunan, volüm ve basınç yüküne cevap olarak miyokardiyal hücrelerden salınan bir hormondur. BNP kalp yetmezliği için güçlü bir prognostik ve diagnostik belirteçtir. Hemodiyaliz hastalarında kalp yetmezliği ve su yükü sık bir komplikasyondur. Biz bu çalışma ile hemodiyaliz esnasında BNP düzeylerini ve değişikliklerini incelemeye karar verdik.
Gereç ve Yöntem: Hemodiyaliz öncesinde ve sonrasında 36 hastanın BNP düzeyleri ölçüldü. Üç birbirini takip eden hemodiyaliz seansının başında ve sonunda kan örnekleri biriktirildi.Seans öncesi ve sonrası kan basınçları ve kilo değerleri kayıt edildi. Altı ay içindeki sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ekokardiyografi ile elde edildi.
Bulgular: Her üç seanstaki diyaliz öncesi ve sonrası BNP düzeyleri 919 ve 753 pg/mL, 492 ve 450 pg/mL, ve 482 ve 456 pg/mL olarak ölçüldü . Vücut ağırlığı 64,8 ± 2,8 ve 62,2 ± 2,7 kg, 64,8 ± 2,8 ve 62,2 ± 2,7 kg, ve 64,7 ± 2,8 ve 62,2 ± 2,7 kg olarak elde edildi. Ortalama sistolik kan basınçı değerleri 124 ± 3 ve 107 ± 2,9 mm Hg, 122 ±3,3 ve 106 ± 3 mm Hg, ve 121 ± 3,4 ve 106 ± 3,3 mm Hg olarak kayıt edildi. Ortalama diyastolik kan basıncı değerleri 74 ± 1,6 ve 67 ± 1,6 mm Hg, 74 ± 1,4 ve 66 ± 1,4 mm Hg, ve 73 ± 1,4 ve 66 ± 1,5 mm Hg olarak ölçüldü.
Sonuç: BNP düzeyleri son dönem böbrek hastalarında yüksekti ve her diyaliz seansı sonrası azaldı. Hafta boyunca kan basınçı ve kilo değişikliklerine bağlı olmadan BNP düzeyleri azaldı. Diyaliz seansı sonrası kilo düzeyleri anlamlı olarak azaldı. Sistolik ve diyastolik kan basınçları diyaliz seansı sonrası anlamlı olarak azaldı. Sistolik disfonksiyonlu hastalarda BNP düzeyleri anlamlı olarak yüksekti.
Anahtar Kelimeler: Son dönem böbrek hastalığı, Hemodiyaliz, Beyin natriüretik peptit

The Use of B-Type Natriuretic Peptide in Patients with end-Stage Renal Disease

Summary

Aim: Brain natriuretic peptide (BNP) is a natriuretic hormone present in the brain and heart which is released from myocardial cells in response to volume and pressure overload. BNP is a powerful marker with diagnostic and prognostic value for heart failure. As HF and water overload are frequent complications in hemodialysis (HD) patients, we decided to study the levels of BNP and changes during HD.
Material and Method: BNP concentration was measured in 36 patients before and after hemodialysis. Samples were collected at the start and end of each of 3 consecutive HD sessions. Pre- and postsession weights and blood pressures were recorded. Left ventricular ejection fractions were obtained from echocardiograms performed within 6 monts of enrollment.
Results: Pre- and postdialysis BNP levels for each of the 3 sessions were 919 and 753 pg/mL, 492 and 450 pg/mL, and 482 and 456 pg/mL, respectively. The values for body weights were 64.8 ± 2.8 and 62.2 ± 2.7 kg, 64.8 ± 2.8 and 62.2 ± 2.7 kg, and 64.7 ± 2.8 and 62.2 ± 2.7 kg, respectively. The values of mean systolic blood pressures were 124 ± 3 and 107 ± 2.9 mm Hg, 122 ±3.3 and 106 ± 3 mm Hg, and 121 ± 3.4 and 106 ± 3.3 mm Hg, respectively. The values for mean diastolic blood pressures were 74 ± 1.6 and 67 ± 1.6 mm Hg, 74 ± 1.4 and 66 ± 1.4 mm Hg, and 73 ± 1.4 and 66 ± 1.5 mm Hg, respectively.
Conclusions: Values of BNP are elevated in patients with end-stage renal disease and decline after each dialysis session. Over the course of a week, BNP levels gradually declined irrespective of changes in weight or blood pressure. The decrease in weight after dialysis was statistically significant. The decrease in systolic and diastolic blood pressures after dialysis was statistically significant. The highest BNP values were seen in patients with systolic dysfunction.
Key Words: End-stage renal disease, Hemodialysis, Brain natriuretic peptide

Amplatzer Septal Okluder Cihazının Ana Pulmoner Artere Migrasyonu Sonucu Cihaz Embolisi Gerçekleşen Olguda Acil Cerrahi Yaklaşımımız

Doç.Dr. Ufuk YETKİN*, Asist.Dr. Berkan ÖZPAK*, Asist.Dr. Tevfik GÜNEŞ*, Uzm.Dr. Zehra İlke AKYILDIZ**, Uzm.Dr. Uğur KOCABAŞ**, Doç.Dr. Ömer TETİK*, Asist.Dr. Serkan YAZMAN*, Doç.Dr. Ali GÜRBÜZ*

* İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, İzmir
** İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi II. Kardiyoloji Kliniği, İzmir

Anahtar Kelimeler: Amplatzer septal okluder, Migrasyon, Embolizasyon, Sekundum tip atriyal septal defekt.

Our Emergency Surgical Approach to A Case with Device Emboli Due to Migration of the Amplatzer Septal Occluder Into Pulmonary Artery

Key Words: Amplatzer septal occluder, Migration, Embolization, Secundum type atrial septal defect

Atrioventriküler Septal Defekt Onarımı Sonrası Saptanan Aksesuar Korda İle İlişkili Mitral Kapak Yetersizliği

Özcan ÖZEKE, Cemal OZBAKIR, Emre Nuri GÜNEL

AKAY Hastanesi Kardiyoloji Servisi, Ankara

Anahtar Kelimeler: Primum atriyoventriküler septal defekt, Aksesuar korda

The Accessory Chordae Associated with Unexcpected Mitral Regurgitation After Atrioventricular Septal Defect Repair"

Key Words: Atrioventricular septal defect, Accessory chordae

Femoral Arteriyovenöz Fistülün Endovasküler Stent Greft ile Perkütan Tedavisi

Erden GÜLCÜ, Enis SAĞLAM

Van Yüksek İhtisas Hastanesi, Van

Özet

Ateşli silah yaralanması sonrası femoral artere primer tamir yapılan 25 yaşındaki erkek hastanın takiplerinde sağ femoral bölgesinde tril ve üfürüm saptandı. Yapılan periferik anjiografide femoral arteriovenöz fistül görüldü.
Sol femoral yol ile sağ femoral artere stent greft yerleştirildi. Yapılan kontrol enjeksiyonda fistülün büyük ölçüde, bir sonraki gün yapılan Doppler incelemesinde tamamen kapandığı görüldü.
Anahtar Kelimeler: Arteriyovenöz fistül, Endovasküler stent, Perkütan girişim

Percutaneous Closure of An Femoral Arterıovenous Fistula with Endovascular Stent Graft

Summary

After gun-shot, femoral artery repair performed to 25 years old male was noticed having bruit and thrill on his right femoral region in his medical examination. A periferic- angiography showed femoral arterio- venous fıstula.
Accessing by left femoral artery an endovascular stent was placed to his right femoral artery. Control contrast injection showed near total occlusion and a day after doppler ultrasonography examination showed total occlusion.
Key Words: Arteriovenous fistula, Endovascular stent, Percutaneus intervention

Sinus Ritimli Mitral Stenoz Hastasında Transeptal Kateterizasyon (Septostomi) Esnasında Gelişen ve Hemodinamiyi Bozan Atriyal Fibrilasyon

Asist.Dr.Erkan AYHAN, Asist.Dr. Erkan İLHAN, Uzm.Dr. Mehmet ERGELEN, Doç.Dr. Ahmet NARİN

Dr. Siyami Ersek Hastanesi Kardiyoloji Kliniği, İstanbul

Özet

Atriyal fibrilasyon (AF) çok sık karşılaşılan bir aritmidir. Hipertansiyon, kalp yetersizliği ve kapak hastalıkları AF’ nin en sık sebebini oluşturmaktadır. AF çoğunlukla hemodinamik bozulma yapmaz ama hemodinamik bozulma ve/veya akciğer ödemine yol açması durumunda acil kardiyoversiyon düşünülmelidir. Biz, merkezimize sinus ritm ile başvuran mitral stenoz hastasında mitral balon valvüloplasti işlemi esnasında brockenbrough iğnesi ile septostominin indüklediği hemodinamiyi bozan ve bu nedenle acil kardiyoversiyon uyguladığımız bir vaka sunduk.
Anahtar Kelimeler: Atrial fibrilasyon, Balon valvuloplasti, Mitral darlığı

The Development of Atrial Fibrillation with Hemodynamic Deterioration in a Mitral Stenotic Patient with Sinus Rhythm During Transeptal Catheterization (Septostomy)

Summary

Atrial fibrillation (AF) is a frequently encountered arrhythmia in cardiology practise. Hypertension, heart failure and heart valve diseases are among its most common reasons. Although AF does not make acute hemodynamic decompensation mostly, if it causes hemodynamic failure and/or pulmonary edema, emergent cardioversion should be considered. Here, we present a case in which we applied an emergent direct current cardioversion of septostomy induced (with brockenbrough needle) atrial fibrillation during balloon mitral valvuloplasty procedure of a patient in the sinus rhythm.
Key Word: Atrial fibrillation, Balloon valvuloplasty, Mitral stenosis

Hipertrofik Obstrüktif Kardiyomiyopati Tanısı Alan Subaortik Membran

Uzm.Dr. Özgül UÇAR, Uzm.Dr. Bora DEMİRÇELİK, Uzm.Dr. Hülya ÇİÇEKÇİOĞLU, Uzm.Dr. Deniz ŞAHİN, Doç.Dr. Sinan AYDOĞDU

Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Kliniği, Ankara

Özet

Üç yıldır bir dış merkezde hipertrofik obstrüktif kardiyomiyopati (HOKMP) tanısı ile izlenen 45 yaşında kadın hasta kontrol muayenesi için başvurdu. Fizik muayenede sol sternal kenarda kreşando-dekreşando vasıfta, 3/6 sistolik üfürüm duyuluyordu. Elektrokardiyografide sol ventrikül hipertrofisi kriterleri mevcuttu. Hastaya transtorasik ekokardiyografi (TTE) uygulandı. TTE’de aort kapağının 1-1.5 cm altında diskret subaortik membran ve Doppler’de sol ventrikül çıkış yolunda simetrik darlık trasesi saptanarak, HOKMP tanısından uzaklaşıldı. Subaortik membran ve HOKMP, sol ventrikül çıkış yolunda oluşan darlığınmekanizması, hastalık seyri ve tedavi yönünden birbirinden oldukça farklı iki durumdur ve karıştırılmaması gerekir. Bunun için temel bazı bilgilerin bilinmesi ve doğru ekokardiyografik yorum yeterlidir.
Anahtar Kelimeler: Diskret subaortik membran, Hipertrofik obstrüktif kardiyomiyopati, Sol ventrikül çıkış yolu darlığı, Transtorasik ekokardiyografi

Subaortic Membrane Misdiagnosed as Hypertrophic Obstructive Cardiomyopathy

Summary

A 45-year-old female patient who has been followed-up with the diagnosis of hypertrophic obstructive cardiomyopathy (HOCMP) for three years in a different center presented to our cardiology outpatient clinic for control examination. On physical examination a cresendo-decrecendo murmur of grade 3/6 could be heard at the left sternal border. There were left ventricular hypertrophy criteria on the electrocardiogram. A transthoracic echocardiogram was performed which revealed a discrete subaortic membrane 1 - 1.5 cm under the aortic valve. Doppler examination detected a symmetrical obstruction velocity pattern at the left ventricular outflow tract. According to these findings, the diagnosis of HOCMP was excluded. Subaortic membrane and HOCMP are two different entities by means of the mechanism of obstruction in the left ventricular outflow tract, disease progression and treatment modality. Therefore they should be distinguished. Recognision of some basic knowledge and accurate echocardiographic interpretation is crucial in this differential diagnosis.
Key Words: Discrete subaortic membrane, Hypertrophic obstructive cardiomyopathy, Left ventricular outflow tract obstruction, Transthoracic echocardiography

Romatoid Artritli Bir Hastada Sol Ana Koroner Arterde Sakküler Bir Anevrizma: Bir Olgu Sunumu ve Literatür İncelemesi

Başar CANDEMİR, Aydan ONGUN OZDEMİR, Timucin ALTIN, Tamer SAYIN

Ankara Universitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, Ankara

Özet

Sol ana koroner arterin izole anevrizmal dilatasyonu koroner anjiografide oldukça nadir rastlanan bir durumdur. Bu olgu sunumunda kronik romatoid artritli bir hastada tespit edilen dev ve izole bir sol ana koroner arter anevrizması sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sol ana koroner arter, Anevrizma, Koroner anjiografi, Romatoid artrit

A Saccular Aneurysm of the Left Main Coronary Artery in Patient with Rheumatoid Arthritis: Case Report with Review of Literature

Summary

Isolated aneurysmal dilatation of the left main coronary artery is a very infrequent finding at coronary angiography. In this case report, we would like to present a case of a giant and isolated left main coronary artery aneurysm in a patient with chronic rheumatoid arthritis.
Key Words: Left main coronary artery, Aneurysm, Coronary angiography, Rheumatoid arthritis

Pulmoner Arteriyel Hipertansiyona Eşlik Eden Pulmoner Arter Patolojilerinin Klinik Önemi

Yrd.Doç.Dr. Gülten TAÇOY, Prof.Dr. Atiye ÇENGEL

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, Ankara

Özet

Pulmoner arteriyel hipertansiyon, idiyopatik, doğumsal şantlı kalp hastalıkları, konnektif doku hastalıkları ve benzeri patolojiler neticesinde gelişen, pulmoner arter basıncı ve pulmoner vasküler rezistans artışı ile seyrederek sağ kalp yetmezliğine neden olan hastalıklar grubu olarak tanımlanmaktadır. Pulmoner arteriyel hipertansiyon seyrinde pulmoner yataktaki değişimlere bağlı olarak gözlenen vasküler patolojilerin (anevrizma, tromboz, diseksiyon) ciddi mortalite ve morbidite riski sebebiyle uygun tanı yöntemleriyle saptanarak tedavi edilmesi, yönetimi zor olan pulmoner arteriyel hipertansiyonlu hasta grubunda büyük önem taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner arteriyel hipertansiyon, Anevrizma, Diseksiyon, Trombüs

The Clinical Significance of Pathology of Pulmonary Artery Which Accompanies to Pulmonary Arterial Hypertension

Summary

Pulmonary arterial hypertension (PAH) developes as a result of many diseases (idiopathic PAH, congenital heart disease, connective tissue diseases and other pathologies) and is associated with progressive increases in pulmonary arterial pressure and pulmonary vascular resistance, and consequently leading to right heart failure and death. During the course of pulmonary arterial hypertension, the alterations in pulmonary vascular system (aneurysm, thrombosis, dissection) may cause increased risk of mortality and morbidity. Therefore appropriate diagnostic methods are useful for treatment and management of patients with PAH.
Key Words: Pulmonary arterial hypertension, Aneurysm, Dissection, Thrombus

Akut Koroner Sendromlarda Yeni Antitrombotik ve Antiplatelet Ajanlar

Uzm.Dr. Meltem Refiker EGE*, Doç.Dr. Ümit GÜRAY**

*Yalova Devlet Hastanesi Kardiyoloji Kliniği, Yalova
*Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kardiyoloji Kliniği, Ankara

Özet

Akut koroner sendromlar dünyada ve ülkemizde halen morbidite ve mortalitenin başta gelen nedenlerinden biridir. Akut koroner sendromların tedavisinde antitrombotik ve antiplatelet ajanlar önemli bir yere sahiptir. Yıllardır standart antikaogulan olarak kullanılan heparin ve yine yıllar önce akut miyokard enfarktüsünde etkinliğini kanıtlamış önemli bir antiplatelet ajan olan aspirinden sonra, etkinliği ve güvenirliği daha üstün olan bir takım yeni ajanların geliştirilmesi yeni tedavi olanakları sağlamıştır. Birçok büyük çalışmada akut koroner sendrom tanısı alan ve/veya akut koroner sendrom sebebi ile perkütan koroner girişim uygulanan hastalarda klopidogrelin yararları gösterilmiştir Prasugrel yakın zamanda perkutan koroner girişim uygulanan hastalarda güvenirliğini ve etkinliğini kanıtlayarak Amerikan İlaç ve Yiyecek İdaresi tarafından onaylanmıştır. Parenteral indirekt Faktör Xa inhbitörü olan fondoparinuks ve parenteral direkt trombin antagonisti bivaluridin akut koroner sendromlarda klinik kullanıma giren yeni ajanlardır. Ancak birçok ajanın güvenirliliğini kanıtılması için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Akut koroner sendrom, Antiplatelet ajanlar, Antitrombotik ajanlar

New Antitrombotic and Antiplatelet Agents in Acute Coronary Syndromes

Summary

Acute coronary syndromes are still one of the main causes of morbidity and mortality in the world and also in our country. Antithrombotic and antiplatelet agents represent a therapeutic cornerstone of the management of acute coronary syndromes. After the discovery of the benefit of the aspirin in the setting of a myocardial infarction for many years and using of the heparin as a standart anticoagulant in such patients, development of more effective and safe agents ,give us the opportunity of using different therapeutic strategies. The benefit of clopidogrel for patients with acute coronary syndromes and patients undergoing percutaneous coronary intervention have been established by large, well -done randomized clinical trials. Recently prasugrel proved ıts safety nad efficiacy and has approved by the U.S Food and Drug Administration in patients who undergo angioplasty. Parenteral indirect factor Xa inhibitor fondaparinux and parenteral direct thrombin antagonist bivaluridin has also approved for clinical use in acute coronary syndromes. But many other new agents need furher large clinical trials to prove their safety and efficiacy.
Key Words: Acute coronary syndome, Antiplatelet agents, Antithrombotic agents

Prematür Koroner Arter Hastalığı Aile Öyküsünün TIMI Kare Sayısı Üzerine Etkisi

Uzm.Dr. Ayşe SAATCI YAŞAR, Uzm.Dr. Ahmet KASAPKARA, Uzm.Dr. İsa Öner YÜKSEL, Uzm.Dr. Emine BİLEN, Asist.Dr. Emrah İPEK, Asist.Dr. Özge KURMUŞ, Prof.Dr. Mehmet BİLGE

Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Kliniği, Ankara

Özet

Amaç: Prematür koroner arter hastalığı aile öyküsü, koroner kalp hastalığı için bağımsız bir risk faktörüdür. Ailesinde prematür KAH öyküsü olan bireylerde genç yaşlarda endotel fonksiyonlarının bozulduğu gösterilmiştir. Çalışmamızdaki amacımız anjiyografik olarak normal koroner arterlere sahip genç bireylerde prematür koroner arter hastalığı aile öyküsünün TIMI kare sayısı üzerine etkisini incelemektir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya ailesinde prematür koroner arter hastalığı öyküsü olan 45 yaşın altında 39 hasta ve kontrol grubu olarak ailesinde prematür koroner arter hastalığı öyküsü olmayan 45 yaşın altında 42 hasta alındı. Tüm hastalar anjiyografik olarak normal koroner arterlere sahipti. Hastalarda her üç koroner damar için TIMI kare sayısı ölçüldü.
Bulgular: Prematür koroner arter hastalığı aile öyküsü olan bireylerde her bir majör koroner arter için TIMI kare sayısı prematür koroner arter hastalığı aile öyküsü olmayan bireylere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek bulundu (Sol ön inen arter için düzeltilmiş TIMI kare sayısı: 32,3±13,1 ve 23,6±9,3, sırasıyla p=0,001; sirkumfleks arter için TIMI kare sayısı: 35,1±14,8 ve 25,0±11,6, sırasıyla p=0,001; sağ koroner arter için TIMI kare sayısı:33,2±12.4 ve 23,9±8.4, sırasıyla p<0,001).
Sonuç: Çalışmamızda prematür KAH aile öyküsü olan bireylerde koroner kan akımı TIMI kare sayısı yöntemi ile değerlendirildi ve bu bireylerde koroner kan akımının bozulmuş olduğu gösterildi. Bu bulgu prematür KAH aile öyküsü olanlarda mikrovasküler endotel fonksiyon bozukluğunun bir sonucu olabilir.
Anahtar Kelimeler: Koroner arter hastalığı, Aile öyküsü, TIMI kare sayısı

Effect of Family History of Premature Coronary Artery Disease on TIMI Frame Count

Summary

Aim: Family history of premature coronary artery disease is an independent risk factor for coronary heart disease. Endothelial dysfunction is shown in subjects with family history of premature coronary artery disease. In this study we aimed to evaluate the effect of family history of premature coronary artery disease on TIMI frame count in patients with angiographically proven normal coronary arteries.
Material and Method: We studied 39 patients aged under 45 years with family history of premature coronary artery disease and 42 patients aged under 45 years without family history of premature coronary artery disease. All patients had angiographically proven normal coronary arteries. The TIMI frame count was determined for each major coronary artery in each patient.
Results: TIMI frame counts for each of the major epicardial coronary arteries were found to be significantly higher in patients with family history of premature coronary artery disease compared with patients without family history of premature coronary artery disease. (corrected TIMI frame count for left anterior descending artery: 32.3±13.1 vs 23.6±9.3, respectively p=0.001; TIMI frame count for circumflex artery: 35.1±14.8 vs 25.0±11.6, respectively p=0.001; TIMI frame count for right coronary artery:33.2±12.4 vs 23.9±8.4, respectively p<0.001).
Conclusion: We have evaluated the coronary blood flow with TIMI frame count method in patients with family history of premature coronary artery disease and we have found that coronary blood flow is impaired in these subjects. This finding may be due to microvascular endothelial dysfunction.
Key Words: Coronary artery disease, Family history, TIMI frame count

Akut Miyokard İnfarktüslü Hastalarda Metabolik Sendrom ve Koroner Arter Hastalığı Yaygınlığı Arasındaki İlişki

Uzm.Dr. Ayşe SAATCI YAŞAR*, Uzm.Dr. Ahmet KASAPKARA*, Uzm.Dr. İsa Öner YÜKSEL*, Uzm.Dr. Nurcan BAŞAR**, Prof.Dr. Mehmet BİLGE*

*Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Kliniği, Ankara
**Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kardiyoloji Kliniği, Ankara

Özet

Amaç: Metabolik sendromlu hastalarda kardiyovasküler olay sıklığı ve mortalite oranlarında artış olduğu bilinmektedir. Çalışmamızdaki amacımız akut miyokard infarktüsü ile başvuran hastalarda metabolik sendromun koroner arter hastalığı yaygınlığına etkisini incelemektir.
Gereç ve Yöntem: Akut ST yükselmeli miyokard infarktüsü ile başvuran ve göğüs ağrısının ilk 12 saati içinde trombolitik tedavi alan 157 hasta retrospektif olarak incelendi. Metabolik sendrom tanısı Ulusal Kolesterol Eğitim Programı Üçüncü Erişkin Tedavi Paneli kılavuzuna göre konuldu. Koroner arterlerdeki darlık derecelendirildikten sonra önemli (≥ %70) darlığı olan koroner damar sayısı tespit edildi. Ateroskleroz yaygınlığı Gensini skorlaması ile değerlendirildi.
Bulgular: Metabolik sendromlu hastalarda toplam Gensini skoru metabolik sendromu olmayan hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek bulundu (49,67±31,04 ve 39,6±26,23, p=0,029). Üç damar hastalığı bulunması açısından gruplar arasında fark saptanmadı. Metabolik sendrom skoru ve Gensini skoru arasında pozitif korelasyon izlendi (r=0,180, p=0,03).
Sonuç: Çalışmamızda metabolik sendromun akut ST yükselmeli miyokard infarktüsü ile başvuran hastalarda daha yaygın koroner arter hastalığı ile ilişkili olduğunu gösterdik. Bu durum bu hastalardaki artmış mortaliteye katkıda bulunuyor olabilir.
Anahtar Kelimeler: Metabolik sendrom, Akut miyokard infarktüsü, Gensini skoru

Association Between Metabolic Syndrome and Extent of Coronary Artery Disease in Patients with Acute Myocardial Infarction

Summary

Aim: It is known that cardiovascular events and mortality are increased in pateints with metabolic syndrome. We aimed to examine the effect of metabolic syndrome on extent of coronary artery disease in patients with acute myocardial infarction.
Material and Method: We retrospectively analyzed 157 patients who were admitted to our clinics with acute ST-elevation myocardial infarction and received thrombolytic therapy within 12 hours of chest pain. Metabolic syndrome was diagnosed according to National Cholesterol Education Program Adult Treatment Panel III criteria. Stenosis in the coronary arteries were graded and the number of vessels with significant stenosis (≥70%) was determined. Gensini score was used to assess the extent of atherosclerosis.
Results: Total Gensini score of patients with metabolic syndrome was significantly higher than that of patients without metabolic syndrome (49.67±31.04 vs 39.6±26.23, p=0.029). There was no significant difference between groups regarding with three vessel disease. Positive correlation between metabolic syndrome and Gensini score was found (r=0.180, p=0.03).
Conclusion: We have found that metabolic syndrome was associated with more extensive coronary artery disease in patients with acute ST elevation myocardial infarction. This finding may contribute to the higher mortality reported in patients with metabolic syndrome.
Key Words: Metabolic syndrome, Acute myocardial infarction, Gensini score

Gebelik Sayısı ile Koroner Arter Hastalığı Şiddeti Arasındaki İlişki

Uzm.Dr. Hatice ENDER SOYDİNÇ*, Yrd.Doç.Dr. Murat YÜCE**, Uzm.Dr. Mustafa OYLUMLU**, Doç.Dr. Serdar SOYDİNÇ**, Doç.Dr. İbrahim SARI**, Uzm.Dr. Muhammed OYLUMLU**, Uzm.Dr. Süleyman ERCAN**, Uzm.Dr. Murat AKÇAY**, Doç.Dr. Vedat DAVUTOĞLU**

*Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı, Diyarbakır
**Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, Gaziantep

Özet

Amaç: Kadınlarda gebelik sırasında gözlenen dislipideminin uzun dönemde koroner arter hastalığı sıklığını arttırıp arttırmadığına dair literatürde farklı bilgiler bulunmaktadır. Çalışmamızda koroner arter hastalığı tanısı alan kadın hastalarda, gebelik sayısının aterosklerozun şiddetine olan etkisini Gensini skoru ile değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza koroner anjiyografisi yapılmış ve koroner arter hastalığı tanısı konulmuş hastalar arasından 200 menopoz sonrası kadın hasta dahil edilmiş ve ateroskleroz yükü Gensini skoru kullanılarak hesaplanmıştır. Hasta dosyalarından kardiyak risk faktörleri, lipid profilleri ve demografik özellikleri kaydedilmiştir.
Bulgular: Gebelik sayısı ve Gensini skoru ile değerlendirilen koroner ateroskleroz yaygınlığı arasındaki ilişki incelendiğinde aralarında anlamlı bir ilişki bulunamadı (p=0,61). Benzer şekilde gebelik sayısı ve çok damar hastalığı arasında da anlamlı ilişki mevcut değildi (p=0,69). Gensini skoru ve kardiyak risk faktörleri arasındaki ilişki incelendiğinde diyabet (p=0,003) ve LDL kolestrol (p=0,03) ile anlamlı ilişki gösteriyordu. Gensini skor bağımlı değişken regresyon analizi yapıldığında yaş (p=0,001), diyabet (p=0,004), HDL kolestrol (p=0,035), LDL kolestrol (p=0,031) Gensini skor ile anlamlı ilişki göstermekte idi.
Sonuç: Çalışmamızda gebelik sayısının, koroner arter hastalığının şiddeti ve yaygınlığı üzerine etkisini araştırdık. Çalışma sonucunda gebelik sayısı ile ateroskleroz şiddeti arasında anlamlı bir ilişki bulamadık. Gebelik sayısının aterokleroz şiddeti ile ilişkili olmaması gebelik seyri boyunca izlenilen bazı antiaterojenik değişikliklerin dengeleyici etkisine bağlanabilir. Bu konu çok hasta sayılı prospektif çalışmalarla irdelenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Gebelik sayısı, Ateroskleroz, Gensini skoru

Relationship Between Pregnancy and Coronary Artery Disease Severity

Aim: There is contraversy whether dyslipidemia during pregnancy increases incedence of coronary artery disease. We aimed to investigate the effect of number of pregnancy to the burden of atherosclerosis with Gensini score in women with the diagnosis of coronary artery disease.
Material and Method: 200 postmenaposal women who underwent coronary angiography and had the diagnosis of coronary artery disease were included into the study and atherosclerosis burden was decided by using Gensini score. Cardiac risk factors, lipid profiles and demographic characteristics were obtained from hospital records.
Results: There was no significant relation between pregnancy number and atherosclerosis burden as assessed with Gensini score (p=0.61). There was no significant relation between pregnancy number and multivessel disease (p=0.69). Gensini score was significantly correlated with diabetes (p=0.003 and LDL cholesterol (p=0.03). With the Gensini score being dependent variable, age (p=0.001), diabetes (p=0.004), HDL cholesterol (p=0.035) and LDL cholesterol (p=0.031) were significantly correlated with Gensini score.
Conclusion: In this study, we investigated impact of pregnancy number on severity and prevalance of coronary artery disease. We were not able to find association between pregnancy number and atherosclerosis burden. Various antiatherogenic factors during pregnancy might be responsible from this situation. This topic should be evaluated with large scale prospective studies.
Key Words: Pregnancy number, Atherosclerosis, Gensini score

Koroner Arter Hastalığında Faktör 13 Valin34Lösin Gen Polimorfizmi Sıklığı ve Gen Polimorfizmi ile Klinik Sonuçlar Arasındaki İlişki

Dr. Nihat KALAY*, Yrd.Doç.Dr. İbrahim GÜL*, Doç.Dr. Ramazan TOPSAKAL*, Prof.Dr. N. Kemal ERYOL*, Doç.Dr. İbrahim ÖZDOĞRU*, Yrd.Doç.Dr. Ali DOĞAN*, Yrd.Doç.Dr. Mehmet Tuğrul İNANÇ*, Dr. Yakup ÇETİNKAYA**, Dr. Hülya ŞIVGIN**, Prof.Dr. Munis DÜNDAR**, Dr. Okay ÇAĞLAYAN**, Prof.Dr. Yusuf ÖZKUL**, Prof.Dr. Abdurrahman OĞUZHAN*, Prof.Dr. Ali ERGİN*

*Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, Kayseri
**Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Genetik Ana Bilim Dalı, Kayseri

Özet

Amaç: Faktör 13 (F13) aterosklerotik plağın rüptüründen sonraki koagülasyon aşamasında önemli rol oynayan hemostatik faktördür. Faktör 13 plazma düzeyi genetik polimorfizm ile ilişkilidir. Daha önceki çalışmalarda F13 Valin 34 Lösin polimorfizmi ile koroner arter hastalığı (KAH) arasında ilişki olabileceği göstermesine rağmen, bu polimorfizm sıklığı etnik faklılık göstermektedir. Çalışmamızda F13 polimorfizminin bölgemizdeki sıklığını ve bu polimorfizmin KAH’ lı hastaların klinik ve anjiyografik sonuçları ile olan ilişkisini araştırdık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya hastanemize başvuran miyokardiyal enfarktüslü (MI) 23, unstable angina pektorisli (USAP) 22 ve stabil angina pektorisli (SAP) 23 olmak üzere 68 hasta alındı. Çalışmaya alınan tüm hastalara koroner anjiyografi yapıldı. Koroner aterosklerozun şiddetinin ve yaygınlığının değerlendirilmesinde Gensini ve Extent skoru kullanıldı. Aterosklerotik lezyonların morfolojik özellikleri ACC/AHA lezyon klasifikasyonuna göre değerlendirildi. Genetik polimorfizm CVD StripAssay yöntemi ile belirlendi.
Bulgular: Tüm hasta populasyonundaki hastalarda F13 için; % 85,2 Valin34Valin, % 13,6 Valin34Lösin ve % 1,2 Lösin34Lösin genetik yapısı vardı. Faktör 13 Valin34Valin genotip sıklığı SAP, USAP ve MI’ lı hastalarda benzerdi. Heterozigot genetik yapı ise Mİ ve USAP grubunda daha yüksek orandaydı. Faktör 13 genotipi Valin34Valin olan hastalarda hastalıklı damar sayısı, extent skoru ve Tip C lezyon oranı anlamlı olarak daha yüksek bulundu.
Sonuç: Faktör 13 V34L polimorfizmi akut koroner sendrom ve aterosklerotik süreçle ile ilgili genetik bir faktör olarak görünmektedir.
Anahtar Kelimeler: Faktör 13, V34L gen polimorfizmi, Koroner arter hastalığı

Frequency of Factor 13 Valin34Lösin Gene Polymorphism and Relation Between Gene Polymorphism and Clinic Results in Coronary Artery Disease

Summary

Aim: Factor 13 (F13) have important role in coagulation after rupture of atherosclerotic plaque. Plasma level of F13 is associated with genetic polymorphism. Although previous studies showed relationship between F13 Valin34Leucine and coronary artery disease, frequency of this polymorphism changes with ethnic difference. In our study, we investigated that frequency of F13 genetic polymorphism and that relationship between genetic polymorphism and clinic and angiographic results of patients with coronary artery disease.
Material and Method: We enrolled 68 patients [myocardial infarction (MI):23, unstable angina pectoris (USAP):22, stable angina pectoris (SAP):23]. Coronary angiography was performed to all patients. Gensini and Extent scores were used to evaluate the severity and intensity of coronary atherosclerosis. Morphologic properties of atherosclerotic lesions were evaluated according to ACC/AHH lesion classification Genetic polymorphism was detected with CVD StripAssay method.
Results: The genotype frequencies in all patients for F13 were 85.2(Valin34Valin), 13.6% (Valin34Leucine) and 1.2% (Leucine34Leucine). The frequency of Valin34Valin genetic polymorphism was similar in patients with SAP, USAP and MI. Factor 13 Valin34Leu polymorphism was higher MI and USAP. The number of diseased vessel, Extent score and type C lesion were higher in patient who had F 13 Valin34Valin.
Conclusion: It seems that polymorphism of F13 Valin34Leucine is associated factor with acute coronary syndrome and atherosclerotic process
Key Word: Factor 13, Valin34Leucine gene polymorphism, Coronary artery disease

Akselere İdiyoventriküler Ritm: Primer Perkütan Girişim Yapılan Hastalarda Başarılı Reperfüzyonun Belirteci mi? 10 Yıllık Deneyimin Sonuçları

Uzm.Dr. Hakan ÖZKAN, Uzm.Dr. M. Cem BAŞEL, Uzm.Dr. Selma KENAR TİRYAKİOĞLU, Uzm.Dr. Hasan ARI, Dr. Sedat AKDEMİR, Doç.Dr. Tahsin BOZAT, Doç.Dr. M. Vedat KOCA

Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Kliniği, Bursa

Özet

Amaç: Araştırmamızın amacı akut miyokard enfarktüslü hastalarda perkütan koroner girişim sonrası reperfüzyon aritmileri ve klinik bulguların miyokardiyal reperfüzyonla ilişkisini incelemektir.
Gereç ve Yöntem: ST segment elevasyonlu akut miyokard enfarktüsü (STEMI) tanısıyla acil perkütan koroner girişim (PKG) uygulanan 177 olgu incelendi. Olgulara PTCA, PTCA+stent, direk stent yöntemlerinden biri kullanılarak PKG uygulandı. PKG sırasında yeni ortaya çıkan ritim-iletim bozuklukları kayıt edildi. PKG işlemi sonunda enfarkttan sorumlu arterde rezidüel darlığın %30’un altında kalması ve TIMI 3 akım sağlanması başarılı PKG kabul edildi. Olgularda miyokardiyal reperfüzyonun saptanmasında PKG işlemi öncesi ve sonrası elde edilen EKG’lerden hesaplanan toplam ST segment elevasyon rezolüsyonu (STER) kullanıldı. STER %70 ve üzeri olması başarılı miyokardiyal reperfüzyon göstergesi kabul edildi.
Bulgular: Miyokardiyal reperfüzyon olan (Grup 1) ve olmayan (Grup 2) gruplar arasında PKG yöntemi (PTCA, PTCA+stent, direkt stent), PTCA balon şişirme sayısı, stent sayısı, stent çapı, stent uzunluğu, PKG komplikasyonu (diseksiyon, akut oklüzyon, distal emboli), rezidüel darlık, ağrı başlangıcı-damar açıklığı süresi açısından fark saptanmadı. PKG sonrası tüm olgularda reperfüzyon aritmilerinden en sık akselere idiyoventriküler ritim (AİVR; %31,6) saptandı. Saptanan reperfüzyon aritmilerinden atriyal erken atım, supraventriküler taşikardi, atriyal fibrilasyon, ventriküler erken atım (VEA), ikili VEA, bigemine VEA, süreksiz VT, sürekli VT, ventriküler fibrilasyon, AİVR, atriyoventriküler tam blok ile miyokardiyal reperfüzyon arasında ilişki saptanmazken, sinüs bradikardisinin görülmesi miyokardiyal reperfüzyon sağlanmasıyla ilişkili saptandı.
Sonuç: ST segment elevasyonlu akut miyokard enfarktüsü tanısıyla perkütan koroner girişim uygulaması sonucu tam anjiyografik başarı sağlanan olgularda AİVR en sık gözlenen aritmidir. Damar açıklığının sağlanmasından sonraki 60 dakika içinde reperfüzyon aritmilerinden sadece sinüs bradikardisi miyokardiyal reperfüzyonla ilişkili bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Akut miyokard enfarktüsü, Primer perkütan girişim, Reperfüzyon

Accelerated Idioventricular Rhythm: Predictor of Succesfull Reperfusion in Patients Undergoing Primary Percutaneous Intervention? The Results of 10 Years Experience

Summary

Aim: The objective of our research is to examine the relation between re-perfusion arrhythmias following percutaneous coronary interventions and clinical findings and myocardial reperfusion in patients with acute myocardial infarction.
Material and Method: One hundred and seventy seven patients subjected to emergent percutaneous coronary intervention (PCI) with the diagnosis of acute myocardial infarction with ST segment elevations (STEMI) were examined. The cases were subjected to emergent PCI with the use of PTCA, PTCA + stent and direct stent methods. Rhythm-transmission disorders that occurred newly during PCI were recorded. A residual narrowness below 30% in the artery responsible from the infarct and the achievement of TIMI 3 flow following PCI process was accepted as successful PCI. Total ST segment elevation resolution (STER) calculated fromthe ECGs obtained before and after PCI process was used in determining the myocardial reperfusion in the cases. STER value of 70% and above was accepted as the indicator of successful myocardial reperfusion.
Results: When the basic clinical characteristics of the groups with (Group 1) and without myocardial reperfusion (Group 2) are examined, no difference was detected with respect to sex, diabetes mellitus, hypertension, dislipidemia, smoking, past myocardial infarct and pre-infarct angina story. However the average age of the group withmyocardial reperfusion was found out to be smaller (52.8 ±1.0 vs. 56.8 ±1.1; p<0.05). No difference was detected between the groups with and without myocardial reperfusion with respect to PCImethod (PTCA, PTCA+stent, direct stenting), number of PTCA balloon inflation, number of stents, stent diameter, stent length, PCI complications (dissection, acute occlusion, distal emboli), residual narrowness and commencement of pain - vessel opening duration. Following PCI, the highest prevalence among reperfusion arrhythmias seen in all cases was accelerated idioventricular rhythm (AIVR; 31.6%).While no association was detected between the detected reperfusion arrhythmias of atrial premature beat, supraventricular tachycardia, atrial fibrillation, ventricular premature beat (VEA), dual VEA, bigeminus VEA, non-sustained VT, sustained VT, ventricular fibrillation, AIVR, atrioventricular complete block and myocardial re-perfusion, the occurrence of sinus bradycardia was found out to be related with myocardial reperfusion.
Conclusion: In cases where full angiographic success was achieved followingprimary percutaneous coronary intervention upon diagnosis of acute myocardial infarction with ST segment elevation, AIVR was the common arrhythmia. Only sinus bradycardia among the reperfusion arrhythmias seen within 60 minutes from ensuring vessel opening is related with myocardial reperfusion.
Key Words: Acute myocardial infarction, Primary percutaneous intervention, Reperfusion

Ankilozan Spondilitli Hastalarda Sağ Ventrikül Fonksiyonlarının Ekokardiyografik Olarak Değerlendirilmesi

Uzm.Dr. Nihal AKAR BAYRAM*, Dr. Osman KULOĞLU*, Uzm.Dr. Şükran ERTEN**, Uzm.Dr. Tahir DURMAZ*, Uzm.Dr. Telat KELEŞ*, Uzm.Dr. Murat AKÇAY*, Prof.Dr. Engin BOZKURT*

* Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Kliniği, Ankara
** Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Romatoloji Bölümü, Ankara

Özet

Amaç: Ankilozan spondilit (AS) kalbin perikardı, miyokardı, kapakları ve iletim sistemini etkileyebilen kronik, enflamatuvar ve sistemik bir hastalıktır. Bu çalışmada doku Doppler ekokardiyografi (DDE) ile sağ ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonlarının araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya AS’li 30 hasta (12 kadın, 18 erkek ve ortalama yaş; 37±10,23 yıl) ve benzer demografik özelliklere sahip 30 sağlıklı gönüllü (14 kadın, 16 erkek ve ortalama yaş; 33,2±8,12 yıl) alındı. Sağ ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonları, konvansiyonel standart 2 boyutlu ekokardiyografi, pulse wave Doppler ekokardiyografi ve pulse wave doku Doppler ekokardiyografik yöntemlerle değerlendirildi.
Bulgular: Ankilozan spondilit ve kontrol grubunun bazal karakteristik özellikleri açısından aralarında fark yoktu. Konvansiyonal ekokardiyografi ile AS’li hastalar ile kontrol grubu arasında erken (E) ve geç (A) triküspit doluş velositeleri, E/A oranında, miyokardiyal performans indeksi (MPI)’de fark yokken, deselerasyon zamanı (DZ) AS’li grupta daha uzun saptanmıştır. DDE ile her iki grup arasında triküspit lateral anulus sistolik dalga hızı (S), erken diyastolik hızı (E’) ve geç diyastolik hızı (A’), miyokardiyal prekontraksiyon zamanı (PKZm) ve kontraksiyon zamanı (KZm)’da fark saptanmazken, AS’li grupta kontrol grubuna göre E/A oranı belirgin düşük, miyokardiyal relaksasyon zamanı belirgin uzun, miyokardiyal performans indeksi belirgin yüksek saptandı.
Sonuç: AS’li hastalarda sağ ventrikül sistolik fonksiyonlarının korunduğu fakat diyastolik fonksiyonların bozulduğu doku Doppler ekokardiyografi ile gösterildi.
Anahtar Kelimeler: Ankilozan spondilit, Sağ ventrikül fonksiyonu, Doku Doppler ekokardiyografi

Echocardiographic Evaluation of Right Ventricular Function in Patients with Ankylosing Spondylitis

Summary

Aim: Ankylosing spondylitis (AS) is a chronic, inflamatory and systemic disease that may affect pericardium, myocardium and the conduction system of the heart. In this study we aimed to determine right ventricular systolic and diastolic function using tissue Doppler echocardiography ( TDE).
Material and Method: The study recruited 30 patients with AS (12 female and 18 male, mean age; 37±10.23 years) and 30 healthy volunteers (14 female and 16 male, mean age; 33.2±8.12 years) having the similar demographic characterisations. Right ventricular systolic and diastolic function were assessed with two dimensional (2D) echocardiography, M-mode echocardiography, pulsed-wave (PW) echocardiography and tissue Doppler echocardiography.
Results: Basal characteristic features were not different between patients with ankylosing spondylitis and the control group with conventional echocardiography. Early and late tricuspid flow velocities were not different between patients with AS and the control group but deceleration time was longer in AS group with conventional echocardiography. Systolic wave velocity (S), early diastolic velocity (E’) and late diastolic velocity (A’) at tricuspid lateral anulus, myocardial precontraction time (PCTm) and contraction time (CTm) were not different between two groups but E/A ratio was lower, myocardial relaxation time was longer and myocardial performance index was higher in AS group.
Conclusions: It was shown by tissue Doppler echocardiography that right ventricle systolic functions were protected but diastolic functions disturbed in patients with AS.
Key Words: Anklosing spondylitis, Right ventricular function, Tissue doppler echocardiography